"Hislerim buruşmuş ve çöp kovasının yanına atılmış bir kağıt parçası gibi önemsiz bir başkasının gözünde.
Ellerim asla kavuşamayacağım bir sınırın özgürlüğüne ulaşmak istercesine hırslı ve hedefini bile bilememiş.
Bedenim yaşadığı boş hayatın akışında, kendini bile isteğe kaptırmış,
her anını yaptığı bu çocukça tercih yüzünden pişman geçiriyor.
Zihnim yaşadığı bu ortamdan tamamen uzak,
kendi içinde öldüğü dünyada yaşamayı kendine layık görüyor.
Ruhum kendinden uzaklaşmış, anlamını çözemediği bu karmaşıklığa kendinden birer parça heba ederek başkasının gülümsemelerinde,
geçimini kendince devam ettiriyor.
Düşüncelerim ise çözmekten korktuğu bu denklemin sonucuna kendini hazır hissetmiyor.
Aynı hisler, aynı eller, aynı beden, aynı zihin ve aynı ruh..
Hep aynı döngüye mahkum ama hep farklı hallerde;
bu berbattan hayata katlanmak zorunda olarak;
Kendi benliğine her saniye acıyı layık görerek yaşamaya devam ediyor.
Tabi buna yaşamak denirse; nefes almak diye biliyorum şimdilik ancak..
Hayal kırıklığı duygusu yine zihnimin en uç noktalarına kadar yayılıyor sanki,
sanki tüm dünya bana karşıymış gibi,
usulca soluğum güçleniyor...
Göğsümde batan bu sıkışmış hisleri kontrol edemiyorum...
Boğazıma oturmuş şu kocaman düğümle yaşamaktan çok yoruldum,
urganım artık nefesimi kesiyor.
Hayal edilebilecek en kara bulutlar hep başımın üstünde....
En parlak günleri, ışıkları yansıtsam bile;
en sakin geceler kadar huzursuz hissediyorum..
Bu beklentiler tarafından köşelenen dünyaya karşı ne kadar durgun olduğumu açıklamamın bir sebebi yok,
açıklasam ne değişecek ki, anlattıklarım da zaten,
karşımdakinin anladığı yere kadar var sadece...
Odanın köşesinde çöküp, bir imkansızlığın nasıl bu kadar beklenebilir olduğunu anlamanı bekleyemem..
Sarılsam da üşüyeceğim artık ne desen, kendime sarılıp donduğum saatlerin düşünsel kaosuyla bedenim buz kesmişken.
Her kopan parçada biraz umut yitirdim sanki, sanki biraz daha eksildim, duruldum...
Ama Ben, Gök gürültüsüyle nasıl yaşayacağımı zaten biliyorum...
Mucizeleşen bir monotonluk bu...
Peki bu spekülatif düşüncelerimin arasındaki sessiz çığlıklarımın ortasında; "kimsin sen?"
Toplaya bilir misin ki binlerce parçaya bölünmüş puzzle misali, ölü duygularımı?
Beni bana tekrardan verebilir misin?
Baksana; Kafamın içi yaramaz bir çocuğun darma dağın ettiği melankolik ablukadaki karanlık bir ev gibi...
Anlamaya çalışma beni, bunu çoğu zaman ben bile beceremiyorum ki...
Hissedebiliyorsan, hisset...
Çökkünlüğüme tavsiyelerle doluyor her gecem!
Her gün, aynı anlamsız hayatın lüzumsuz sabahına uyanıyorum ve uyanmak için sebepler arıyorum.
Kendimden ve hayattan değil; "içinde tepindiğim o kendim olmayan şeyden iğreniyorum."
İğrenmeliyim de...
Ben olmayan ve bana ait olmayan onca dekorun içinde hayatta kalıyor ve ait olduğum tek şeye bile sahip değilim.
Tükenmemiş bir şey kaldı mı?
Geriye kalan, sırıtış sanılan dökük dişlerimden başka?
Değişime deli gibi açım, ama başlatacak gücüm yok.
Değişim için yerimden kalkmaya hâlim olmalı; ama o da yok.
Karar verme kaslarım kramplarla kıvranıyor, siyatik ağrılardaki yorgun bedenimin eşliğinde.
Çıkmalıyım dışarı, karar vermeliyim.
Artık ne olursa, çocukça bir hayal uğruna sonu ölüm bile olsa...
Çürümüş, kokuşmuş hayatımı inkâr etmekte ustalığım benden çok şey çalındı, biliyorum? Maskelerin ardında yatan bir ölü var artık.
Morgda makyaj yapılmaz, dağınıklığımı düzenden say.
Nefrete ihtiyacım var sabra değil.
Bu uyuşuk cesedim sadece nefes almak için mi geldi?
Nefret edecek bir şey bulamıyorsam, bolca aynaya bakmalıyım ki bir işe yarayayım.
Değişmeye, değiştirmeye, isyan etmeye, kaçmaya, dövüşmeye;
son dövüşüm olacaksa da bu, savaşarak gömülmeye kadim bir savaşçı ruhuyla ihtiyacım var, beni hoşgör.
Zaten gömüğüm, kaybedecek neyim var ki!
Arkadaşım sandığim ceset sinekleri mi; onlar için verecek kanserli kaç ünite kanım kaldı?
Tek kanatlı kelebeklerin kanadına asılmayı bıraktım artık,
yormamak adına kimseyi, ışığa ulaşmak için!
Son nefesimi kıskanmakla tüketmemeliyim.
Ölünce zaten öleceğim; yaşamalıyım ki ölünce öldüğüm belli olsun değil mi?
Kendim yüzümden ben böyleyim ve kendim ettim kendi kendime, bilirim.
Değişimi bir sadaka gibi almamalıyım kimsenin elinden.
Acınarak verilmiş hayat ışığı ile mi kalkacağım şimdi yerimden?
Eğer ki onu veren elin vicdanında, bunu hiç haketmediysem!
Kendi nefretimi kendim bulmalıyım ve topal dansı öğrenmeliyim, usulca koşmaya çalışırken..
Adelemi değil, dizilerimdeki kanı görüyorum.
Ve övünüyorum birazda olsa çocukça düşlerimle.
Övüneceğim!
Yaralarıma bakıp kollarımdaki, onlara da bağırıp övünüyorum çektiklerimle!
Hayat sandığım bu çöplüğe ve düzen sandığım yılgınlığa da küfrediyorum!
Sövüyorum!
Geceye sövüyorum, karanlıklara sövüyorum ki ; doğsun en dirençli güneşler; nerde olursa olsun bir çocuk gülümsemesinde..."
Ölü duyguların sessiz çığlıkları
SEMİH ASLANLAR
Bu içeriğe tepkiniz
Yorumlar