Son yazımda bir avuç İsrail ile milyarlık İslam alemi arasındaki farktan ve sebeplerinden söz etmiştim.
Bugün de demokrasi ve insan hakları açısından küçük bir değerlendirme yapalım.
İsrail’de yayımlanan yani yayımlanabilen Haaretz gazetesi var.
İsrail'in 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü Gazze saldırılarını eleştiriyor, eleştirebiliyor.
Gazetenin editörü “Gazze'deki toplu katliamı durdurun” diyor, diyebiliyor.
“ABD'nin Irak, Afganistan ve Suriye savaşından daha hızlı bir şekilde sivillerin öldürüldüğü" ve "hükümet ile ordunun güvenli alan olarak açıklamasına rağmen, İsrail'in Gazze'nin güneyini 1 ton ağırlığındaki bombalarla en az 200 kez vurduğu” yazıyor, yazabiliyor.
Bu Haaretz Gazetesi’nin bir yazarı var; Yahudi gazeteci Gideon Levy…
Bir yazısını demokrasi dersi vermesi ve sözde cumhuriyetle yönetilen İslam ülkelerine ibret olması bakımından aktarayım. Dikkatle okuyun;
“Tüm bunların arkasında İsrail’in kibri yatıyor: İstediğimiz her şeyi yapabiliriz, yaptığımız şeylerin bedelini ise asla ödemeyiz ya da cezalandırılmayız diye düşünüyoruz. Sanki istediğimiz her şeyi yaparız da hiç rahatsız edilmeden hayatlarımıza devam ederiz diye düşünüyoruz.
Filistinli insanları tutukluyor, öldürüyor, taciz ediyor, mülksüzleştiriyoruz, aynı zamanda da Filistinlilere pogrom düzenlemekle meşgul İsrailli yerleşimcileri koruyoruz.
Masum insanlara ateş edeceğiz, insanların gözlerini çıkaracağız ve yüzlerini parçalayacağız, onları kovacağız, süreceğiz, el koyacağız, soyacağız, insanları yataklarından kaldıracağız, etnik temizlik yapacağız ve tabii ki Gazze Şeridi’ne yönelik inanılmaz kuşatmayı sürdüreceğiz ve her şey yoluna girecek öyle mi?
Gazze’nin etrafına korkunç bir set inşa edeceğiz (sadece yeraltı duvarı 3 milyar şekele yani 765 milyon dolara mal olduğunu hatırlayalım) ve bu korkunç set sayesinde güvende olacağız öyle mi?
Tüm bunlarla uğraşmak istemediğimiz için diplomatik bir çözüm girişimini küstahça reddetmeye devam edeceğimizi ve her şeyin sonsuza kadar bu şekilde devam edeceğini düşünüyorduk.
Bunun böyle olmadığı bir kez daha kanıtlatmış oldu. Birkaç yüz silahlı Filistinli o korkunç seti aştı ve hiçbir İsraillinin hayal bile edemeyeceği bir şekilde İsrail’i işgal etti. Birkaç yüz kişi, acımasız bir bedel ödemeden 2 milyon Filistinliyi sonsuza kadar hapsetmenin imkânsız olduğunu kanıtlamış oldu.
İsrailliler cumartesi günü Gazze’deki tüm mahalleleri yok etmekten, Şeridi tamamen işgal etmekten ve Gazze’yi 'daha önce hiç cezalandırılmadığı şekilde' cezalandırmaktan bahsediyorlardı. Fakat İsrail 1948’den bu yana Gazze’yi cezalandırmayı bir an bile bırakmadı!
75 yıllık istismarın ardından, bir kez daha mümkün olan en kötü senaryo Gazze’yi bekliyor. 'Gazze’yi dümdüz etme' tehditleri tek bir şeyi kanıtlıyor: Hiçbir şey öğrenmemişiz! İsrail bir kez daha ağır bir bedel ödüyor olsa da kibrini korumaya devam edecektir.
Başbakan Benjamin Netanyahu yaşananlarda en büyük bir sorumluluğu taşıyor. Bu sorumluluğun bedelini ödemek zorunda ancak bu mesele onunla başlamadı ve o gittikten sonra da bitmeyecek.
Şimdi hem İsrailli kurbanlar için hem de Gazze için acı acı ağlamalıyız. Tek bir gün bile özgürlüğü tatmamış olan Gazze için; nüfusunun çoğu İsrail’in sürdüğü mültecilerden oluşan Gazze için ağlamalıyız.”
Yazıyı okudunuz. Şimdi arkanıza yaslanın ve bir düşünün; hangi İslam ülkesinde bir gazeteci, başbakan veya devlet başkanına “Çek git artık, bunlar senin yüzünden oluyor” diyebilir?
Hangi sözde demokrasi ile yönetilen, yöneticilerin seçimle işbaşına geldiği bir İslam ülkesinde bir gazeteci hükümetin istifasını isteyebilir?
Tekrar ediyorum; Levy, bu yazısını terör saldırısı ile yüz yüze kalan, Başbakan’ın sözleriyle “savaşa girmiş” bir ülkede yayınladı.
Ve bu nedenle rejimin “yaptırımları” ile karşılaşmadı.
Hapse atılmakla tehdit edilmedi, savcı ifadeye çağırmadı, vatan hainliği ile suçlanmadı, terörist sevicisi yaftası yemedi.
Yine soruyorum;
Bu yazının bir benzerini, İslam coğrafyasındaki herhangi bir ülkede yazabilir miydi?
Sahra’nın altındaki üstündeki, doğusundaki ya da batısındaki herhangi bir Müslüman ülkede ülkesinin yönetimini eleştiren, İsraillilerin de bazı konularda haklı olabileceğini vurgulayan bir yazıyı yazmayı aklından dahi geçiremezdi. Aklından geçirse, yayınlayabilecek yayın organı bulamazdı. Hadi hepsi bir arada oldu diyelim, şu anda bir zindanda başına nelerin geleceğini bekliyordu.
Bakın gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın mezarı bile yok! Ondan ölçün, rejim aleyhtarı bir gazetecinin başına nelerin gelebileceğini.
Bir soru daha: Bu coğrafyada, rejimi demokrasiye nispeten benzeyen Türkiye’de yazabilir miydi?
Yazsaydı ne olurdu?
Sorunun cevabını ve yorumu size bırakıyorum.