Yeni haftanın gündemi FİSKOBİRLİK olacaktı, açıklamalarını yayınlayacak e üzerinde gerek yorumlarım gerekse okur yorumları üzerinden biraz daha tepinecektim lakin gönderileceği söylenen açıklama henüz elime geçmedi.

Dolayısıyla ben de asli gündemi unutturma çabası olduğunu çok iyi bilmeme rağmen Gülşen konusuna değineceğim. Çünkü her ne kadar gündem değiştirmeye matuf bir operasyon olsa da ülkenin asıl önemli gündemlerinden birisi olduğuna inanıyorum.

Çünkü bu ülkede nefes almak üzeri örtülen yolsuzluklar kadar önemli…

Hepinizin malumu, Temel Yahudi komşusuna fena halde takmış, ağzını burnunu kırmak için fırsat kollamaktadır. Ama Mişon davranışlarıyla, saygısıyla bir türlü Temel’e o aradığı bahaneyi vermemektedir. Sonunda Temel kendince bir gerekçe bulur, siz Hz. İsa peygamberi nasıl çarmıha gerersiniz ulan diye Mişon’a dalar. Mişon, ’yahu o 200 sene önceydi, böyle gerekçeyle insan mı dövülür’ deyince Temel ‘fark etmez, ben yeni duydum’ der.

Malumunuz, aklınca dindar bir kesim de fırsat bu fırsat ‘laik’ dedikleri bir kesimi dövmek için pusuda bekliyor. Hatırlarsınız, Sezen Aksu’nun 5 sene önce söylediği şarkı, Sezen Aksu’yu hırpalamak için gerekçe olabiliyor. Gülşen’in de 4 ay önce sahne arkadaşıyla girdiği bir diyalog arşivden çıkarılıp gündeme oturtuluyor.

Oysa Gülşen’in yaptığı sahne arkadaşıyla aralarında geçen bir diyalogdan ibaret yani topluma dönüp bir kesimi sapık olmakla suçlamıyor, dolayısıyla toplumu veya bir kesimi tahkir söz konusu değil.

Tut ki etti… Mevcut yasalara göre 5 yıldan az ceza alması muhtemel bir suç işlendiğinde zanlı veya sanık tutuksuz yargılanıyor.

Gülşen’e atfedilen suçun cezası 3 yıl, Yani gördüğü muamele yasalara aykırı.

Ayrıca toplumu galeyana getirmek suçsa eğer, mesela millete kin ve düşmanlığın ağa babasını pompalayan sözde dindarların, ibadetini eksik yapanları ölümle tehdit etmelerini nereye koyacağız?

Hadi inandığın dine hakaret etti, halel getirdi diyelim. O zaman bakara makara sözleriyle dininizi tahkir eden Egemen Bağış’ın ödüllendirilmesini nereye koyacağız?

Neden gündem saptırma olduğunu bile bile gündemime aldığımın ayrıntısına gireyim.

Evet, bu ülkede nefes almak yolsuzluklardan daha önemli…

Ve benzeri olaylarla nefes almamız bile engellenmek isteniyor.

Dolayısıyla hiç tanımadığım, şarkılarını hiç dinlemediğim bu kadının başına gelenler, yarın bir vesile ile muhalif herkesin aşına gelebilir, birileri bizi Hz. İsa’yı çarmıha germekle itham edip özgürlüğümüze müdahale edebilir.

Bir kısmınız diyecek ki ‘ulan şimdi de Gülşenci mi oldun? Evet, öyle oldum.

Belirlediğim, Gülşen olayı üzerinden tepinen, olayı aman da ne kadar dindar olduğunu ispatlama fırsatını hiç kaçırmayan 10 kişiyi bizzat aradım, birbirlerinden habersiz sordum; Gülşen ne dedi?

Hiç ama hiç birisi tam olarak ‘Gülşen şunu dedi’ diyemedi. Hakaret etti falanla geçiştirdiler.

Malumunuzdur Mısır devlet başkanı Enver Sedat'ı öldüren sanığa hakim sorar; "Sedat'ı neden öldürdün?" Katil: "Çünkü laik'ti" der.

Hakim: "Laik ne demek?" diye sorunca Katil; "Bilmiyorum!" der.

Bilmediğimiz, tanımadığımız insanları, sırf reisimiz/şeyhimiz/önderimiz/liderimiz öyle buyurdu diye yargılama hastalığından kurtulmadık. Hatta böyle yaparak ‘aman da ne kadar dindar’ olduğumuzun reklamını yapma fırsatını da hiç kaçırmadık.

Oysa son zamanlarda yaşadıklarımız sosyal medyada ‘aman da ne kadar dindar, milliyetçi, muhafazakar’ olduğunu ispat eden paylaşımlar yapanların bir süre sonra ne kadar şerefsiz olduğunun örneklerini gösteriyor bize…

Örneğin, paylaşımlarıyla muhafazakarlığı hiç kimseye kaptırmayan İŞKUR müdürünün porno görüntüleri…

Neyse, şimdi de Gülşenci mi olduk konusuna dönelim;

Hukuk fakültelerinde hocalar, ilk derslerinde öğrencilerinin ezber bilgilerini değil adalet duygularını ölçen bir sınav yaparlar.

Öğretim görevlisi derse girer ve bir öğrenciye adını sorar...

Öğrenci örneğin ‘Ali’ diye cevap verir. Öğretmen bir anda, “Defol bu sınıftan, bir daha asla dersime gelme” der.

Bütün öğrenciler şaşkınlık içindedir, neye uğradığı şaşıran Ali de sınıfı terk eder.

Herkes ne olduğunu anlamak için beklemektedir hiçbirinden tek bir ses bile çıkmaz…

Hoca sınıftaki sessizlikle beraber ileri geri yavaş yavaş dolaşmaya başlamış bütün öğrencileri şöyle biraz süzdükten sonra ‘çıkın dışarı, ders bitti, sizden hukukçu falan olmaz” diyerek sınıfı boşaltır.

Bir süre sonra koridorda şaşkın şaşkın bekleşen öğrencilerini tekrar sınıfa alır ve sorar; “Kanunlar ne için vardır?”

Kimi düzeni korumak, kimi toplumda yaşayan bireylerin hak ve hürriyetini sağlamak için kime yaşam haklarını idame ettirmek, kimisi vatandaşa hakkını yasalar çerçevesinde nasıl arayacağını öğretmek falan der…

Hoca ‘adalet için’ cevabını alıncaya kadar ‘başka’ diye sorar.

Bu cevabı alınca da işte aradığım cevap bu dercesine “peki az önce arkadaşınıza adaletsiz davrandım. Neden müdahale etmediniz? Neden arkadaşınızın haklarını savunmadınız?” diye sorduktan sonra, o unutulmayacak ilk ve en önemli dersini verir;

“Sevgili arkadaşlar, bu olaydan hepinizin çıkarması gereken bir öğüt var, bunu size 100 saat sınıfta ders versem anlatamazdım. Asla bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetinde olmayın, o yılan bir gün mutlaka sizi de sokacaktır.

Adaletsizliğe şahit olup göz yuman insanlar haysiyet ve onurlarını kaybetmeye mahkûmdur.

Bir şahsa karşı yapılan haksızlık, herkese karşı yapılmış bir tehdit demektir.”

Evet, Gülşen’i tanımam etmem, tanısam da pek sevişeceğimizi sanmam. Mesele uğradığı haksızlıktan ibarettir.

Nazi Almanya’sı Papazı Martin Niemöller’i bir kez daha hatırlatayım;

“Önce komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
Sonra sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sosyalist değildim.
Sonra sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim.
Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."

Hasılı haksızlığa itiraz etmek için Gülşen olmak gerekmiyor. İtiraz edin ki yarın haksızlığa uğradığınızda itiraz edenleriniz bulunsun.