Siz bu yazıyı okurken, iktidarımız en üst perdeden bir müjde(!) vermiş olacak. Muhtemelen Karadeniz ile alakalı bir doğalgaz müjdesi…

E gündemi değiştirmek lazım, hazır 2023 yılı da geldi de Lozan Antlaşması da sona erdi ya!

Neyse, büyük müjde diye sunulan ‘petrol/doğalgaz bulduk’ haberlerine karşılık tavrım ve düşüncem bellidir:

Bana içinde özgürlük, demokrasi, adalet, insan hakları olan bir müjde verin. Gerisi önemli değil!

Türkiye zaten zengin bir ülke, üç tarafının denizlerle çevrili olması, her mevsim tarıma uygun iklimi, turizm potansiyeli ne ararsan var.

Olmayan tek ama en önemli şey demokrasi…

Dolayısıyla tut ki petrol ve doğalgaz zengini bir ülke olduk, demokrasi, özgürlük, adalet, insan hakları ve adil bir bölüşüm olmadıktan sonra neye yarar?

Görüyorsunuz işte, dünya enerji zengini ülkelerle kaynıyor ama hiç birisinin halkları mutlu değil.

Dünyada onlarca petrol ve doğalgaz zengini ülkeler var ama hangisinde yaşamak ve hangisinin vatandaşı olmak ister misiniz?

Örneğin Suriye, Irak, Libya, Cezayir veya Ortadoğu ülkelerinin vatandaşı olmak?

Azerbaycan da dahil, bakın bakalım demokrasi, adalet ve özgürlük var mı? Elde edilen gelir hakça ve eşit paylaşılıyor mu?

Mesela Venezuela…

Bu örneği bize çok benzediği için seçtim çünkü bize çok ama çok benziyor, bizim de tarihin tekerrür etmemesi bakımından Venezuela örneğinden çok ama çok dersler almamız gerekiyor

Venezuela ekonomisinin temel kaynağı petrol ve fosil yakıtlar. Dünya üzerinde bilinen en fazla petrol rezervine sahip ülke, Araplardan bile fazla.

Bu durumda dünyanın en zengin ülkesi olması gerekiyor değil mi?

Değil. Kişi başı milli geliri 2500 dolar. Lakin adaletli bir bölüşüm olmadığı için ömründe 5 doları bile göremeyen milyonlarca insan var.

Ya enflasyon? Enflasyonu yıllık yüzde 1500.

2018 yılında yüzde 65 bin civarındaydı. Başkan müdahale etti! Yıllık yüzde 1500 Enflasyon oranına sabitledi, yani yükselmesini yasakladı! Yıllık enflasyon kaç çıkarsa çıksın Başkanın dediği oran kabul ediliyor!

Peki, onca yeraltı zenginliklerine rağmen nasıl bu hale geldiler? Elbette ki demokratik bir rejim kuramadıkları için…

1998 seçimlerinde iktidara gelen eski darbeci Hugo Chavez de Gobelsvari propaganda taktikleriyle yönetti ülkesini.

O’na sorarsanız, Venezuela dünya lideri ve dünyanın kıskandığı bir ülkeydi.

İşler ters gittiğinde ise kesinlikle dış güçler müdahale ediyor, içteki hainler de onlara destek veriyordu.

Bir dönem yoksullukla mücadele edip toplu konutlar, hastaneler ve altyapı hizmetlerine önem verdiyse de, bir süre sonra eşitlik, hak, adalet gibi kavramlardan vazgeçip otoriterleşmeye başladı.

Bir süre halka para dağıttıysa da bu yardımlar zamanla kendini destekleyenleri zenginleştirmeye yöneldi.

Varlık Fonu’nu hatırlarsınız!

O da kontrolü tamamen kendinde olan, herhangi bir denetime tabi olmayan “Fonden” adı verilen bir varlık fonu kurdu. Biz de olduğu gibi bütün yeraltı ve yerüstü kaynakları bu fona bağlandı.

Yıllarca petrol satışından elde edilen gelirler tek adam yönetiminin keyfine göre savruldu.

2007 yılındaki referandumla anayasayı değiştirdi. Yüksek yargı da Chavez’in kontrolüne geçti.

Yasama, yürütme ve yargı tamamen kontrolüne geçince, sınırsız süreyle OHAL etti ve ülkesini KHK’lar ile yönetmeye başladı.

Para bol olunca üretmeyi bıraktılar, ihracatı kestiler, tamamen ithalata yöneldiler. Paraları boldu ve artık çalışmaya gerek yoktu.

Chavez öldükten sonra yerine varisi olarak Nicolas Maduro geldi. Chavez’in has adamı olmak dışında bir özelliği yoktu. Vasıfsız, eğitimsiz, diplomasız bir kamyon şoförü…

Bize çok tanıdık gelen bir örnek daha; Merkez Bankası’nın özerkliğine son vererek kendisine bağladı.

Aslında sistem çok güzel işliyordu. Petrol fiyatları varil başına 100 dolar gibi çok yüksek fiyatlara erişmişti. Ülkeye inanılmaz derecede para giriyordu, Bolivar’ın değeri artıyordu. Hükümet de bu parayı dolaylı yoldan halka dağıtıyordu ama halka sus payı niteliğinde… Asıl payı yandaşları kapıyordu.

Maduro’nun ilk icraatı, meclisi feshederek, Yüksek Mahkeme adı ile aile üyeleri ve destekçilerinden oluşan bir konsey kurmak oldu.

O ara petrol fiyatları düşmeye başladı. Bütün ekonomisi petrol üzerine kurulmuş olan Venezuela da çırpınmaya, halk da sokağa dökülmeye…

Ford ve Goodyear gibi yabancı yatırımcılar ülkeyi terk etti.

Ama Maduro’ya göre bunların sebebi “dış güçler” idi. Ah o dış güçler!

ABD, Maduro’yu diktatör ilan edip ambargo koydu, çarşı karıştı.

Asgari ücrete yapılan yüzde 150 zam bile halkı kesmedi. Nasıl kessin ki, o zamla birlikte 800 bin Bolivar’ı bulan maaş hepi topu 4 dolara tekabül ediyordu.

Peynirin kilosu yaklaşık 400 bin Bolivar, yani asgari ücretlinin maaşının yarısıydı.

Dört milyon insan ülkeden kaçtı. Üniversite profesörleri, Amerika'da hamburgercide iş bulunca kendini şanslı saydı.

Peki, Venezuela neden battı?

Özetle; Tek adam rejimi, demokrasiyi askıya alma, yargı-yasama-yürütme üçlemesini tek adama bağlama, tek adamın güç zehirlenmesine uğraması, tüm yetkileri bünyesinde toplaması, yetmezmiş gibi bir de varlık fonu kurup kendine bağlaması, kimseye hesap vermemesi falan…

Ekonomik sebeplere gelince de; Üretimin olmaması, iğneden ipliğe her şeyin ithal edilmesi, ekonominin tamamen petrole dayanması yani bütün yumurtaların aynı cebe konması, petrol gelirleri düşünce de ithalata dayalı bütün ürünlerin fiyatlarının atması ve yukarıda dediğim gibi bir kilo peynirin asgari ücretin yarısına tekabül etmesi…

Sözün özü; Türk tipi pardon Venezuela tipi başkanlık sistemi ülkeyi bu hale getirdi.

Ama O’na sorarsanız; Dünya lideriydi, kıskanılan ülkeydi, Ne yaptıysa ey Amerika yapıyordu, uyaranlar içteki hain, muhalifler dış güçlerin piyonuydu falan…

Bilmem anlatabildim mi?