Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, üstelik asrın felaketinin yıldönümünde “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” sözleri şık olmadı.

Anayasa’ya göre Türkiye’nin birliğini temsil eden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına böyle bir günde seçim propagandası yapması yakışmadı.

Depremden bu yana geçen bir yıl içinde yokluğun pençesinde kıvranan, konteynırlarda, çadırlarda, derme çatma naylondan, çadır bezinden barakalarda 1 yıldır acı çeken insanlara “Belediyede bizi seçmediniz o yüzden bu haldesiniz” demesi, haliyle seçim tehdidi olarak algılandı ve hiç hoş karşılanmadı.

Hatay’ın garip ve mahzun kalışının gerekçesi olarak, merkezi yönetime yani iktidara oy vermemesinin gösterilmesi de doğru değildi.

Hadi belediyede vermediler diyelim, dokuz ay önce yapılan seçimlerde Hatay sizi birinci parti yapmadı mı?

Evet, Hataylılar, 9 ay önce yapılan genel seçimlerde, deprem yaralarının hızla sarılacağı vaatleri ile tercih yapmaya zorlanmış ve iktidar partisini Hatay’da birinci parti yapmış, iktidar partisinin içinde bulunduğu ittifaka yüzde 50’ye yakın oy vermişti.

Cumhur İttifakı toplamı ise yüzde 48 ile muhalefet ittifakının 12 puan önündeydi.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise 1 puan farkla da olsa Erdoğan’ı tercih etmişti.

Hatay halkı dönemin Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un vaatlerini de dinlemiş ve bu vaatlere inanarak “Yaralarımızı sarsa sarsa AK Parti sarar” diye düşünmüş, tercihini böyle yapmıştı.

Şimdi anlıyoruz ki bu da yetmemiş. Hatay halkı 5 yıl önce yaptığı CHP tercihinin faturasını ödemeye devam edecekmiş.

Cumhurbaşkanı aynı konuşmada kendisiyle de çelişti. Hem ‘Hatay garip kaldı’ sözleri hem de biz Hatay için çalıştık, çalışıyoruz sözlerinin aynı konuşma içerisinde geçmesi biraz tuhaftı.

Peki doğru muydu? İktidar Hatay’a gereken önemi vermiş miydi? Bakalım;

Kahramanmaraş merkezli ve 11 ilimizde tahribat yapan deprem, birinci derecede Hatay’ı, ikinci derecede Kahramanmaraş’ı vurmuştu.

Hatay’da ağır hasarlı veya yıkık bina 55.589, Maraş’ta ağır hasarlı veya yıkık bina sayısı 12.980’di.

Peki, bu tablo karşısında âdil bir devlet, partizanlık yapmayan, bir iktidar nasıl davranırdı? Vatandaşların vergilerinden ve bağışlarından oluşan kaynakları yıkımın, yaranın, felaketin çapına göre sarf ederdi değil mi?

Öyle olmadı…

Bölgedeki ağır hasarlı ve yıkık evlerin yüzde 42’si Hatay’daydı ama TOKİ’nin deprem konutlarından Hatay’ın payına sadece yüzde 8 düştü.

Bu paylaşım bile tek başına, aynı konuşmada geçen ilk sözü yani merkezi hükümete oy vermeyen ayazda kalır mealindeki sözünü destekliyor.

İkinci cümlenin ilk cümleyi tevil etmek amacıyla öylesine söylendiğini de ispatlıyor.

Bu konuşmayı canlı izledim. Durumu şu meşhur ‘Stalin’in tavuğu’ olayına bağladım.

Neydi o?

Stalin bir gün sarayında kurmaylarıyla konuşurken içlerinden biri, “Halkın yönetilmesi dünyanın en zor işlerinden biridir” deyince, Stalin, özel kalem müdürüne emretmiş:
-Bana 8-10 tane tavuk getirin hemen!..
Arkasından seslenmiş: Birkaç avuç da darı…

Biraz sonra iki asker ellerinde tavuklarla gelmişler, ne yapalım şimdi der gibi öylece dikilmişler… Stalin emretmiş:
-Bütün tavukların tüylerini yolun!..
İki asker, tam da Stalin’in yanında tavukların tümünün tüylerini canhıraş feryatlar arasında yolmuş… Yolunan her tavuk cıscıbıldak ve de kanlar içinde odanın en kuytu köşesine kaçıp büzülüyormuş; hepsi de aynı kuytu köşede birbirlerine sokulup ciyaklamaya başlamışlar!..
Stalin hiç oralı olmadan, kurmaylarına dönüp, “Bundan sonra olacakları iyi izleyin” diyerek sohbeti sürdürmüş…

Bir süre sonra bulundukları kuytu köşede iyice üşüyen tavuklar, yavaş yavaş, birer ikişer sobaya yanaşmaya başlamışlar; hiçbir fena davranışla karşılanmayınca da sobanın etrafına iyice yerleşmişler…
Stalin bu kez elindeki darılardan birkaç tanesini hemen ayaklarının ucuna bırakmış… Kısa bir zaman sonra tavuklar, yine birer ikişer, en fazla yarım saat önce can havliyle kaçtıkları yere de yanaşıp darıları yemeye başlamışlar…

Birkaç dakika sonra tavukların tümü, Stalin’in ayakları dibinde dolaşıp darıları gagalıyormuş!..
İşte” demiş Stalin, “Yönetme sanatı budur!” Sonra da gülümseterek devam etmiş:
-Önce aç ve çıplak bırakırsın… Sonra yemek, giyecek, barınak bulması için yardım edersin… Sonuçta yaşamlarının senin vereceklerine bağlı olduğuna inanırlar, hatta iman ederler. İşte o zaman o halkı dilediğin gibi yönetebilirsin!..

Bilmem anlatabildim mi?