Sıcak savaş denilince üstümüze yok ama mevzu soğuk, sinsi, stratejik savaş olunca pek kafamız basmıyor.
Bunun delili, savaş meydanlarında tek bir yenilgimizin olmaması ama bugüne kadar savaşarak kurduğumuz 16 devletin soğuk savaş metotları marifetiyle yıkılmış olmasıdır.
Tabi bu serzenişime büyük önder Atatürk’ü dahil etmem mümkün değil.
O, savaşın da, barışın da, askerliğin de, siyasetin de dehasıydı.
O, soğuk sıcak her türlü savaşın başkomutanıydı.
Atatürk, savaş meydanlarında bir yandan düşmanı nasıl yeneriz planları yaparken öbür yandan da bu ülkeyi nasıl ayakta tutarız diye kafa yoruyordu.
Bunun en önemli delilleri henüz savaş bitmemiş, düşman yurttan atılmamışken maarif yani eğitim ve cumhuriyet ilan edilmemişken iktisat yani ekonomi kongrelerini toplamış olmasıdır.
O biliyordu ki bir ülke, tıpkı bir insan gibi iki ayağı üzerinde durur. Biri eğitimdir diğeri ekonomi…
Nitekim genç Türkiye Cumhuriyeti bu iki direk üzerinde ayağa ve şaha kalktı.
Atatürk iktisat yani ekonomi kongresini topladığında henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti.
O’nun gözünde, milletlerin yükselme ve düşme sebeplerinden bir tanesi ve en önemlisi siyasî, askerî, sosyal nedenler kadar ekonomiydi.
Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve ilişkili olan milletin ekonomisiydi.
“Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Efendiler, tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veyahut yenilgiler, yok olmalar ve felâketler, bunların, tümü; gerçekleştikleri devirlerdeki iktisadî durumlarımızla ilişkili ve ilgilidir. Yeni Türkiye’mizi hak ettiği yere ulaştırabilmek için, mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız” diyordu.
“Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile taçlandırılamazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner. Bu bakımdan en kuvvetli ve parlak zaferimizi koruyabilmemiz için ekonomimizin, iktisadî hâkimiyetimizin sağlanması ve sağlamlaştırılması ve genişletilmesi gerekir” diyordu.
Netice; 10 yılda ekonomisi güçlü, insan kaynakları sonsuz, bunun karşılığında dimdik duran, emir almayan, yalvarmayan bir ülke yarattı.
Neticenin neticesi, ardından gelenler ve özellikle bu iktidar, Atatürk’ün; Efendiler, bu kadar verimli ve bu kadar kuvvetli olan yeni hükûmetimizin, düşmansız kalacağını saymak doğru değildir. Bu güzel temellerin bile içine bomba koyarak onu yıkmaya çalışanlar olacaktır. Onun hayatına, ilerlemesine karşı suikastler düzenlemeye girişecekler bulunacaktır. Bütün bunlara karşı en kuvvetli silâhımız ekonomideki genişlik, dayanıklılık ve başarımız olacaktır” uyarısını hiç kale almadı.
Sonuç, bir avuç dolar için kapı kapı dolaşan ve her türlü tavizi vermeye hazır ve emre amade bir ülke durumuna düşürüldük.
Yani ekonomiyi hallettik, becerdik ve sıra eğitime geldi.
Atatürk, ‘henüz kurtuluş Savaşı bitmeden, düşmanı yurttan atmadan, sırası mı şimdi maarif kongresi toplamanın’ diyenlere şöyle demişti;
Kendisinden sonra bu ülkeyi yönetenler, Atatürk’ün; “Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir.”
Paşam, ‘sırası mı şimdi’ diyenler de kendisinden sonra bu ülkeyi yönetenler de Atatürk’ün; “Yüzyıllar süren derin bir umursamazlığın devlet yapısında açtığı yaraları sarmak için gerekli olan çabaların en büyüğünü, hiç kuşkusuz eğitim alanında, esirgemeden göstermek gerekir. Ancak geniş ve yeterli koşullara ve araçlara kavuşuncaya dek, geçecek savaş günlerinde de, tam bir dikkat ve özenle işlenip çizilmiş bir milli eğitim programı yapmak ve eldeki örgütlerimizi bugünden verimli bir çalışmaya yöneltecek ilkeleri hazırlamak için çalışmalıyız” sözlerini hiç anlamadılar.
Ve yine Atatürk’ün eğitimin milli yönüne işaret ettiği şu; “Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile hakkı ile birliği ile taarruz eden genel olarak yabancı unsurlarla mücadele gereğini ve millî düşünceleri boğmaya çalışan her karşı fikre şiddetle ve özveri ile savunmanın gereği öğretilmelidir” sözlerini ne anladılar ne de tatbik ettiler.
22 yıllık iktidarlarında eğitim sistemini deneme tahtasına döndüren, müfredat değişikliği diye diye neredeyse her yeni bakana bir yeni müfredat düşmesine sebep olanlar, bugün belli ki eğitimi kökünden değiştirmek için çalışmalara başladılar.
Ahlaklı ve erdemli gençler yetiştireceğiz sosuna batırılmış, yine din iman edebiyatı kılıfına sokulmuş hasılı kindar ve dindar nesil yetiştirmeye yönelik bir yeni eğitim modeli önümüze konacak.
Can çekişen eğitimin tabutuna son çiviyi çakmalarına izin vermemeliyiz.