Bu ülkede demokrasi ile ekonominin direk ilişkisini kavrayamadığımız müddetçe hiçbir şeyin düzeleceği yok.

Bir türlü anlatamıyoruz veya anlamak istemiyorlar;

Ekonomideki çöküşün temel sebebi, Türkiye'deki yönetim sistemi değişikliği yani parlamenter sistemden tek kişi yönetimine geçmemizdir.

Bu yönetim değişikliği sebebiyle demokrasimiz ve yargımız aşınmaya başlayınca, uluslararası yatırımcının ülkemize olan güveni azaldı ve yabancı sermaye ülkemizi terk etti. Sadece yabancı değil yerli sermaye de kaçış içinde.

Ümit Özdağ da söylemişti; “İnsanlarınız nasıl kaçarız endişesi içinde. 6 bin milyoneri Türkiye’yi terk etti. Bunların büyük bölümü Avustralya ve Yeni Zelanda’ya gitti. İstanbul’da yıllık geliri 30 milyon doların üzerinde olan ultra zenginlerin yüzde 22’si Kanada’nın Vancouver şehrine göç ettiler.

Bir teyit daha; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne bağlı Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, Ocak 2019 raporunda belirtmiş; “Ülkeden kaçan yerli sermaye 897 milyon dolar birden artarak 3 milyar 598 milyon dolara fırladı.”

O günlerde sayın Erdoğan da çok kızmış “Her kim işini ticaretini yatırımlarını büyütmek geliştirmek için değil de para kaçırmak için böyle bir yola tevessül ediyorsa kimse kusura bakmasın affetmeyiz. Milletimizin de eli hem bu dünyada hem öteki dünyada yakalarında olacaktır” demişti ama belli ki dinleyen olmamış.

Kaldı ki sermaye kaçışının önüne tehditle geçilmez. Yatırımları cazip hale getireceksiniz, yatırımcıyı teşvik edeceksiniz, daha önemlisi de yatırımcıya güven telkin edeceksiniz. En önemli sorunumuz güven sorunu. Bu sistemle güven telkin edemezsiniz.

Güvensizliğin bir diğer nedeni de ekonomi kurmaylarının liyakate göre belirlenmiyor oluşu. Örneğin Merkez Bankası Başkanı, sözlerini dinlemeyeni aldılar, yerine söz dinleyeni getirdiler. Merkez bankasının bağımsızlığına halel getirdiler. Oysa bütün gelişmiş ülkelerde yatırımcı Merkez Bankasının bağımsızlığına ve şeffaflığına bakar.

Merkez Bankası yanında, parlamenter sistemden bu ucube sisteme geçişimizle birlikte, BDDK, TÜİK gibi kuruluşlar da siyasi amaçlar için kullanılır oldu. BDDK ekonomik karar vermek yerine siyasi kararlara uygun hareket etmeye başladı ki yerli yabancı bütün bankalar bundan rahatsız. Nitekim yabancı sermayeli bankalar ve özel bankalar kaçmanın ya da kapatmanın yollarını aramaya başladılar. TUİK deseniz malum, yağmur gibi yağan zamlara rağmen artmayan, hatta düşen bir enflasyon icat ettiler. O kadar becerikliler ki şu pandemi döneminde bile işsizlik oranını düşük göstermeyi becerebildiler.

Haliyle şeffaflık kayboldu, açıklanan veri ve rakamlar gerçeği yansıtmıyor, haliyle kimse güven duymuyor.

Eğer işi kökünden çözmek istiyorlarsa, sistemi değiştirmeleri lazım. Eğer bir ülkede yargı çalışmıyorsa, demokrasi konusunda çok ciddi problemler var ise, bu ülkeye yurt dışından ne sıcak para gelir ne de yatırım gelir. Türkiye'nin döviz girdisine ihtiyacı var. Bugün bu ihtiyacı swapla dahi karşılayamaz durumdayız. Çünkü güven yok.

Doların yükselişi çok mu önemli? Tabii ki önemli…

Önemli olduğunu iktidar da biliyor. Bir seviyede tutmak için çok uğraştılar ama baktılar ki tutulmuyor, serbest bıraktılar. Şimdi de önemsizleştirerek başarısızlıklarını unutturmak ve vatandaş gözünde de önemsizleştirmek için algı operasyonu yapıyorlar.

Doların oynaması hepimizi ilgilendirir. Dolar artışından dolayı yağmur gibi yağan zamları ne yapacağız? Bunun yanında, dolar kuru artışı kamunun milyarlarca dolarlık borcunu da arttırıyor.

Ekonomik savrulmamız, doğrudan dış politikamızı da etkiliyor. Dış politikaya dair duruşumuz, milli hassasiyetimiz, çıkarları muhafaza etme konusundaki basiretimiz ve her ne varsa bütün bunlar ekonomimize bağlı. Ekonomi ne kadar zayıfsa, duruşunuz, hassasiyetiniz, mücadeleniz de o kadar zayıf oluyor.

Hiç kimse bizi askeri varlığı ile tehdit edemez, edemiyor. Ama ah o ekonomi! Ekonominin bu hali sebebiyle emir almıyoruz, tehdit ediliyor, şantaja tabi tutuluyoruz. Ve acı ama gerçek ne isterlerse onu yapıyoruz. Ekonomik sıkıntımız sebebiyle Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Ege’de, Suriye’de daha çok taviz istiyorlar ve biz de daha çok taviz veriyoruz. Mecburlar da iktidar bu tavizleri vermezse ABD de swap yapmaz, para vermez.

Trump, Türkiye’nin ekonomisini çökertirim ha diyerek istediğini alıyor, istekleri yerine getiriliyor, Rahip Brunson olayındaki gibi. Rusya bastırıyor S-400 alıyorsunuz, ABD bastırıyor aldığınız halde kuramıyorsunuz. Almakla Rusya’yı, kurmamakla ABD’yi memnun etmek zorunda kalıyorsunuz.

Şimdi daha fazlasını istiyorlar. Bu sıkışık tabloyu, iktidarın çaresizliğini ve beceriksizliğini görenler art arda Türkiye'ye yaptırım tehdidi savuruyor. ABD, Yunanistan, Fransa, AB hepsi sıraya girdiler.

Cumhurbaşkanının yurt dışı ziyaretlerine Körfez ülkelerinden başlayacak olması boşuna değil.

Çünkü bu ekonomik göstergeler ve bu sabıka ile demokratik ülkelerden kaynak bulmamız mümkün değil.

Tek şansımız Araplar…

Haliyle ‘ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü’ deyimi de artık tedavülden kaldırıldı.

Çaresizlik işte böyle bir şey…