Keçeci-zade İzzet Molla derki;
Devleti harap eden bilginlerin/aydınların dalkavukluğudur.
Bir gün Sultan İbrahim, Sultan-zade Mehmet Paşa’ya; “Mehmet demiş, senden önceki sadrazamlar, bana bazen itiraz ederler, bu iş makul değil derlerdi. Senden hiç böyle bir itiraz işitmedim, sebebi nedir?”
Mehmet Paşa şu cevabı verir; “Siz yeryüzünün halifesi ve Allah'ın dünyada gölgesisiniz. Kalbinize sunuh eden şeyler ilham-ı rabbanidir. Sözle ve fiil ile sizden hata olmaz ki itiraza mahal ola. Görünüşte akla uygun değil gibi görünen işlerin altında bir hikmet vardır. O bize malum değildir.”
İşte Osmanlı İmparatorluğu böyleleri yüzünden battı.
Sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Eskiden kalma alışkanlıklarla Atatürk döneminde de dalkavukluk yaşandı yaşanmasına ama O bunun farkında ve hep tedbirliydi.
Farkındaydı ki, bir gün etrafındakilere; “Söyleyin bakalım dedi, bu millet ben öldükten sonra hakkımda ne diyecek?”
Orada bulunanların “Paşam, halk sizi ‘dahi, kurtarıcı, büyük kahraman’ gibi sıfatlarla yad edecektir” demeleri üzerine Atatürk “Hayır, bilemediniz. Halk beni, etrafını dalkavuklar sarmasaydı bu memleket için çok şey yapacaktı, diye anacak” demişti.
Atatürk’ün ölümü, sağlığında dalkavukluk yapamayanlar için büyük bir fırsat oldu.
Ve Atatürk dalkavukluğu, özellikle tek parti döneminde Atatürk münafıklığı şekline bürünerek, sağlığında daha büyük işler yapmasına engel teşkil etmediyse de ardından her türlü atılımlarımızda fren vazifesi gördü maalesef…
Çok parti döneminde iktidar münafıklığına dönüştüyse de, muhalefet ve askeri çevreler uzun süre elden bırakamadılar Atatürk münafıklığını…
Sonra referansı İslam olanlar geldi iktidara…
Putlar yıkıldı ama kendilerine ait olmayanlar…
Dalkavukluk yasaklandı ama kendilerine yapılmayanlar…
Allah’tan başkasına tapmak, tapınmak zinhar yasaklandı ama kendilerine yapılan tazim ve tapınmalar hariç…
Münafıklığın önüne set çektiler ama kendi münafıklarını yarattılar.
Atatürk’e ‘Atam, sen kalk, ben yatam’ diyenle dalga geçildi ama ‘Reis bizim için peygamber gibidir, yoluna ölürüz’ diyenler ödüllendirildi.
Reis’in açılışta kullandığı makas, makas-ı şerif ilan edilip müzeye kaldırıldı.
Hasılı, dalkavukluk iyidir, becerebilene…
Her devirde geçer akçedir!
Lakin hiç de kolay değildir, maharet ister.
Efendinin ani dönüşlerine, tükürdüğünü yalayışlarına ha bire bahane bulacak, her davranışını bir keramete bağlayacak, yetmezmiş gibi de emrindekileri ikna edeceksin, vallahi zor…
Dolayısıyla bugün, ‘yahu bu yandaşlara ne oldu böyle, dönüşlerine yetişemez olduk, bak şimdi de Atatürkçü kesildiler’ diye şaşırmayın.
Bunların alayı patlıcanın değil, övmek zorunda oldukları kişinin dalkavuğudur çünkü.
Hatırlarsınız, padişah ‘Şu patlıcan musakkaya bir türlü doyamıyorum’ dese, veziri de fırlar;
‘Aman padişahım, siz söyleyince ağzımın suyu akıyor. Akşam olsa da yesek’ dermiş.
Bir gün niyeyse padişah, patlıcandan nefret etmiş.
Sofraya değil yemeği, salatası, turşusu, tatlısı ne varsa yasaklamış.
Padişah ‘şu patlıcan musakkanın neresini beğenirler de yerler, bir türlü anlamıyorum’ dediğinde, vezir başlamış ‘Aman padişahım, patlıcanın ekilmesini bile yasaklamak lazım’ diye patlıcanı kötülemeye…
Bundan rahatsız olan biri dayanamamış ve padişahın olmadığı ortamda sormuş;
‘Yahu! Sen bir zamanlar patlıcanı metheder ve adeta göklere çıkartırdın. Şimdi ise patlıcanı ve yemeklerini kötülüyorsun. Nasıl olur da bu kadar değişebilirsin hayret!’
El cevap;
‘Bunda anlaşılmayacak ne var? Ben patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum…
Evet…
Bunda anlaşılmayacak bir şey yok.
Neticede arkadaşlar patlıcanın değil, Reis’in dalkavuğu…