“Depremin ilk saatlerinde ortada olmayan "devletlu" zevat, aradan saatler geçtikten sonra her köşe başından başlarını uzatıyor. İş yapmak adına bildikleri tek şey, açıklama yapmayı kesintisiz bir biçimde sürdürmek.

Yapılan işlerin ne kadar beceriksizce yapıldığını tespit edenlere görünürde kırgınlık ifade eden "yetkililer," el altından da gözdağı veren bir tutumu, devletin âli menfaatlerini korumanın tek göstergesi gibi sunmanın gayreti içindeler.

Oysa tek âli toplumun hayat hakkını korumak olan devlet, tam bir şaşkınlık içine düşerek toplumu büyük bir felaketle baş başa bıraktı. Kırılan gururunu tamir etmek kaygısından arta kalan kırıntıları enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerine dönüştürmeye çalıştığında ise iş işten çoktan geçmişti...
Devlet erki meseleyi sumen altı etmeye çalışıyor.
Devletin bütün imkanlarıyla ve başarıyla olaya müdahale ettiğini söyleyen Cumhurbaşkanı, depremin ilk saatlerinde kendi bakanlarına bile telefonla ulaşamadığını söyleyerek yetkililere radyo ve televizyon aracılığıyla talimat vermeye çalışıyordu...

Kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu anda "kamu otoritesi" kapsama alanı dışına çıkmış ve yetkililer, pili bitmiş bir uzaktan kumanda aletine dönüşmüştü.

Apaçık ortada olan ve karşılıkları can kaybıyla, Türkiye'nin en az yirmi yılına mal olacak mal kaybıyla ödenen ihmalleri ve beceriksizlikleri dile getirenleri "şaibeli" duruma düşürmeye çalışmaktan başka bir gayreti hâlâ görünmüyor resmi sözcülerin.

Kendi sorumluluğunu örtbas etmek isteyen devlet erki hâlâ meseleyi mümkün olduğunca sumen altı etmeye harcıyor enerjisini.
Kurtarılma ihtimali olanlara ulaşılması için seslerini yükseltenlere şiddetle karşılık verilmesi!
Sanki ortadaki tek sorun, milletin baş başa kaldığı yıkımın bir ucundan devlet kurumlarına da bulaşmış olması. Sanki sadece halkın oturduğu binalar yıkılsa ve sarsılmaz bir kudret ve eleştirilmez bir erk kaynağı gibi görünmeyi seven devlet bu felaket karşısında yara almamış olsaydı, mesele kalmayacaktı. Milleti himaye edilmeye ve yol gösterilmeye muhtaç bir topluluk olarak gören devletçi bakışın rahatsız olduğu konu, aslında gerçekten neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda yol gösterilmeye muhtaç olanın devlet olduğunun ortaya çıkmış olması sanki.

Yoksa insanların canları niye kurtarılmadı diye kamu otoritesini eleştirenlere ya da canları kurtarılma ihtimali olanlara bir an evvel ulaşılması için seslerini yükseltenlere bu derece şiddetle karşılık verilmesinin ne anlamı olabilir?
Türkiye yönetilmiyor…
Bu depremle birlikte ortaya çıkan mekanizmalar ve ilişkiler meselenin sandığımızdan daha vahim olduğunu ortaya çıkardı.

Uzun zamandır normal hayatı olağanüstüleştirerek yaşamayı kanıksadığımız için, belli ki, içine düştüğümüz kıskacın vahametini algılamakta zaafa düşmüşüz.

Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu: Türkiye yönetilemiyor.

Ve, yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor.

Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin "milli birlik ve beraberlik" nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız.”

Şimdi bu satırları okuyunca, ‘hocam ağzına sağlık derdimizi güzel gündeme getirmişsin’ diyenleriniz olacak…

Öbür taraftan patron ‘etme hocam böyle bir yazı yazılır mı, sen gazeteyi mi kapattıracaksın’ diyecek kesin…

Harika bir yazı diyenler haklı, güzel yazılmış gerçekten…

‘Gazete kapattıracaksın’ telaşına kapılan bizim patron da haklı…

Ama panik yok!

Çünkü bu yazı benim değil…

Yazının müellifi bugün ki hükümet sözcüsü Ömer Çelik…

Desenize hükümet sözcüsü Ömer Çelik, hükümeti topa tutmuş diyeceksiniz.

Hayır bu yazının son depremle alakası yok.

Bu yazı Ömer Çelik’in, Yeni Şafak’ta 23 Ağustos 1999’da yayımlanan “Bugün susmak…” başlıklı yazısı…

Ben bu yazıda sadece, o da encamı bozulmasın diye başbakan kelimesini cumhurbaşkanı olarak değiştirdim ve altını özellikle çizdim.

Peki bugün ne diyor Ömer Çelik?

“Dünya tarihinin en büyük afeti karşısında çok büyük bir mücadele veriliyor. Muhakkak eksiklerimiz, aksayan yerlerimiz var. Muhakkak ulaşamadığımız yerler var. Günlük olarak bugün iyi olsa yarın sıkıntılı olan yer var ama bu mücadeleyi umutlu bir şekilde sürdürmeye devam edeceğiz. Milletimizin bu dayanışması her kesimden insanımızın her gittiğimiz yerde gördüğümüz en gencinden, en yaşlısına kadar insanımızın ortaya koyduğu çaba inşallah bu afetle mücadelemizi de bu afeti de her türlü mücadeleyle geride bıraktığımız günlere kavuşmamızı sağlayacak.

Cumhur İttifakı olarak hepimiz sahadayız. Hem AK Parti Genel Merkezi hem MHP Genel Merkezi milletvekillerimizi, MKYK üyelerimizi bölgelere gönderdik. Hepimiz bu çalışmalarda üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. Cumhur İttifakı'nın teşkilatları sahadadır, bütün arkadaşlarımız istenildiği taktirde yardımcı olacak şekilde çalışmalara yardımcı olmaya çalışıyorlar. Hepimiz belli illere dağıldık, her ilde bakanlarımız var. Cumhur İttifakı'ndan genel başkan yardımcıları, milletvekilleri, MKYK üyeleri, teşkilatlarımız var. Bu şekilde iller paylaşılmış durumda. Elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Büyük bir imtihan ile karşı karşıyayız. Bu imtihanı inşallah birlik, dayanışma içerisinde hep beraber aşmaya çalışacağız.”

Demem o ki; Hani bize bugün siyaset yapmayın diyorlar ya, aslında siyaseti dibine kadar yapıyorlar ve depremin acı sonuçlarından ziyade siyasi sonuçlarıyla alakadar oluyorlar.

Ömer Çelik’in “Cumhur İttifakı olarak hepimiz sahadayız” sözleri de bu çabanın önemli bir göstergesi olarak hafızalara kazındı.