Bugün yaşananları ve ibret alınmazsa gelecekte yaşanacak olanları anlamak için Hüsnü Mahalli’nin “Ortadoğu’da Kanlı Bahar” adlı kitabını okumak lazım.
Hüsnü Mahali önsözünde “Batılılar’ı kızdırmayın, yoksa size de demokrasi getirirler!” dediği kitabında, bölgede yaşanan son gelişmeler ışığında Büyük Ortadoğu Projesi’ni anlatıyor.
Kitaptan, ilginç detaylar;
Kasım 1998 ‘de Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel tarafından dile getirilen BOP, 9 Haziran 2004’te G-8’in Sea Island’daki zirvesinde açıklandı. Bu ana başlık altında yapılan görev dağılımında Türkiye, İtalya ve Yemen “Demokrasi İnisiyatifi Eş Başkanları” olarak seçildi.
Hemen ilerleyen günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan, ünlü Diyarbakır konuşmasında bu projenin eş başkanı olduğunu bizzat açıklamıştı.
ABD tarafından “Büyük Ortadoğu” olarak adlandırılan Fas’tan Pakistan’a, Yemen’den Türkiye ve Karadeniz’e kadar uzanan bölgedeki Müslüman ülke pazarlarının “demokrasi ihracı” adı altında uluslararası sermayeye açılmasının amaçlandı ve tüm bu proje için en uygun siyasi alt yapının “ılımlı İslam” olarak belirlendi.
Çünkü, “bölgesindeki Müslüman ülkelere kabul ettirebilmek için AKP yönetimindeki Türkiye daha hızlı bir şekilde İslami gelenek, motif ve anlayışların ağır basacağı bir ülkeye dönüştürülmeli. İslamcı ülkelerin Türkiye modeline ilgilerinin sürmesi için bundan böyle daha da İslamlaşması ve giderek Arap ülkelerine benzemesi gerekmektedir.”
BOP’un Türkiye’ye biçtiği öncelikli rol ise “demokrasi ihracı” yaşanacak ülkelere “model” olması…
Graham Fuller ve Samuel Hungtinton’nun “Eğer Türkiye, batılı bir ülke olmak ısrarından vazgeçer ve modernleşme ile demokrasinin bir arada olabileceğini bir İslam ülkesinde de göstermeye ve kanıtlamaya daha çok çaba harcarsa, İslam için büyük bir model olur ve herkese yardımcı olur” tespitinin de yer aldığı tezlerinin yayınlanmasıyla birlikte, Tayyip Erdoğan ve arkadaşları ABD ve Batı’nın ilgisini çekmeye başladılar.
Batı ve ABD tarafından proje çerçevesinde Türkiye’ye verilen görev “İslamcı AKP yönetimindeki bir Türkiye’nin, hep Batı’nın yörüngesinde kalması ve bölgede Batı’ya karşı yükselen direnişi, bölgesel barış, istikrar, kalkınma, dinler ve medeniyetler arası diyalog ve benzeri söylemlerle yumuşatması ve zaman içinde kırması” olarak tanımlandı.
Türkiye’nin verilen bu görevi yerine getirebilmesi için daha da sağcılaşması ve dindarlaşması gerekiyordu.
Çünkü, bölgesindeki Müslüman ülkelere kabul ettirebilmek için AKP yönetimindeki Türkiye daha hızlı bir şekilde İslami gelenek, motif ve anlayışların ağır basacağı bir ülkeye dönüştürülmeli, İslamcı ülkelerin Türkiye modeline ilgilerinin sürmesi için bundan böyle daha da İslamlaşması ve giderek Arap ülkelerine benzemesi gerekmekteydi.
Mahalli kitabında, BOP gereğince “bahar”a maruz kalmış Arap ülkelerinde yıpranmış liderlerin zaten değiştirilmesi gerektiğine karar verildiğini, Tunus’la başlayıp, Mısır ve Libya’yla devam eden ayaklanmaların bu sürecin hızlandırılması için kullanıldığını savunuyor. Ve ayaklanma ve müdahalelerin ardından bu ülkelerde demokratikleşme adına yapılan seçimlere katılımların yüzde 40-45’lerde kaldığını hatırlatarak, bu durumun bile bölge halklarının bu süreci aslında benimsemediğinin göstergesi olduğunu söylüyor.
Ve ekliyor; “Bahar’dan iktidarlara İslamcılar’ın gelişleri anlaşılıyorsa, bu ülkelere demokrasi, şeytanın kanatları üzerinde gelmiş demektir.”
Hüsnü Mahali’ye göre, hedef ülke Suriye için süreç, 1993’te Bağdat’ın düşmesinin ardından Şam’a giden ABD Dışişleri Bakanı Powell’ın Başkan Esad’a “ya dediklerimizi yapar destek olursun ya da başına geleceklere hazırlıklı olursun” tehdidinde bulunmasıyla başlıyor. Esad’dan istenen, İran’dan uzaklaşması, Iraklı direnişçilere destek vermemesi, Hamas ve Hizbullah’la ilişkilerini kesmesi…
Suriye için süreç, Haziran 2004 BOP Zirvesi’nin toplanması ve hemen ardından Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesiyle hızlanıyor. Suikastten, önce Suriye sorumlu tutuluyor. Ve bu ülkeyi yargılamak üzere BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla bir uluslararası mahkeme kuruluyor. Ancak Mahkeme Başkanı Alman savcı Mehlis’in Mossad ajanı olduğunun ortaya çıkmasıyla bu mahkeme lağvediliyor.
Ve izleyen yıllarda bu süreç, 2004-2008 yılları arasında ABD’nin Suriyeli muhaliflere 200 milyon dolar yardımda bulunmasıyla devam ediyor.
Mahalli’ye göre, söz konusu ülkelerde İslamcı yönetimlerin iktidar ya da iktidar ortağı olması BOP için yeterli değil. Suriye ve İran bu proje içine çekilmedikçe tüm bu değişimler bir anlam ifade etmiyor Batı için. İran zor bir hedef olarak görülse de Suriye’nin kazanılması bu ülke için de sonun başlangıcı olabilir. Bu yüzden hedef ülke Suriye…
Çünkü “Suriye’de kazanan, oyunun tümünü kazanmış olacaktır.”
Gerçekten de bu kitapta yazılan her şey zamanla yaşandı.
İbret almazsak gerisi de gelecek…