Harriet, seyrettiğim en güzel filmlerden biriydi.

Sonra öğrendim ki o bir film değil, senaryo değil, gerçek bir hayat hikayesiymiş.

Harriat Tubman, köle bir ailede doğdu. Ama köleliği asla kabul etmedi.

Evlendirildikten sonra kocasından da kölelikten de kaçarak, yollar, nehirler boyunca yürüyüp köleliğin yasak olduğu Philadelphia’ya ulaştı.

Kendisi kurtuldu ama kardeşleri hâlâ köleydi.

Duramadı, 12 yıl boyunca 18 defa geri geri dönerek 700 civarında köle kardeşini kurtarmayı başardı.

Senaryoya da yansıdığı gibi Tubman’ı yoran, canından bezdiren bu yolculuklarda başına gelenler değildi. Yakalanma ve öldürülme riski de değildi onu üzen.

Onun canını sıkan kardeşlerinin tavrıydı.

Nitekim karşılaştığı en büyük zorluğun ne olduğu sorulduğunda şunu söyledi;

“Bir köleyi köle olmadığına ikna etmek!”

Evet, bu cümle önemli…

Bu cümle bizi de yakından ilgilendiriyor.

Çünkü biz de yaklaşık 20 yıldır kurulu düzene karşı vatandaşı köle zihniyetinden kurtarmak için mücadele ediyor, karşılığında ise ancak hakaret işitiyoruz.

Dolayısıyla bu ülkede muhalefet olmak gerçekten çok zor…

Bir yandan vatandaşların demokratik haklarını kullanmalarını, her türlü demokratik sürece dahil ve müdahil olmalarını sağlamaya çalışıyor öbür yandan da mütemadiyen ‘bunlar gitmez, gitse de yerine kim gelecek, bu ülkede siyaset bitmiştir, boşuna uğraşma, sen bak çorbana, sen mi kurtaracan memleketi’ diyen umutsuz insanları motive etmenin yollarını arıyoruz.

Ama ‘öğrenilmiş çaresizliğin’ toplum üzerindeki etkisinden kendimizi de ülkemizi de kurtaramıyoruz.

Neydi o öğrenilmiş çaresizlik?

İçinde beş maymunun bulunduğu kafesin tepesine muzlar asılır.

Altına da uygun mesafede bir sehpa veya merdiven…

Muzları yemek için hamle yapan maymunlara tazyikli su sıkılır.

Bir süre sonra maymunlar hamle yapmayı bırakırlar.

O ara maymunlardan birisi yeni bir maymun ile değiştirilir.

Kafesin yeni misafiri içinden ’yahu tepede muzlar asılı, bu dangalaklarda oturmuşlar seyrediyorlar’ diye muzlara hamle yapınca diğer maymunlar tarafından tekme tokat engellenir.

Maymunlar değiştikçe bu böyle sürer gider.

Artık maymunların muza ulaşmalarını engellemek için dışarıdan müdahaleye ve masrafa gerek kalmamıştır.

Artık maymunlar çaresizliği öğrenmişlerdir.

Hamle yapsalar da başaramayacakları, hiçbir şeyin değişmeyeceği ve boş yere zarar görecekleri duygusu aşılanmıştır maymunların kafasına.

Daha beteri de aralarından birinin hakkı olana uzanması durumunda onu engelleme duygusudur.

Hiçbir şey yapmadığı gibi yapmak isteyeni de engellemesi en büyük trajedidir aslında

Toplum mühendisleri, kolektif şuurumuzu ve milli hafızamızı dumura uğratmak için öğrenilmiş çaresizlik olgusunu kullandılar.

Ve başardılar…

Kararlarımızı öğretilmiş çaresizliğimiz belirliyor artık…

Haklarımız ve haksızlıklara uğramamızla ilgili tepkilerimizi…

Kime oy vereceğimizi veya vermeyeceğimizi…

Çalışıyorsak, hangi sendikaya üye olacağımızı ve olmayacağımızı…

İktidara yani hortumu elinde tutan güce karşı nasıl davranacağımızı…

Velhasıl, hayatın hemen her alanında tercihlerimizi öğretilmiş çaresizliğimiz belirliyor.

Bu birazda aldığımız eğitimle desteklendiği içindir ki çevremiz ‘yapamayız, başaramayız, ulaşamayız, beceremeyiz’ diyen insanlarla dolu.

En kötüsü de, mücadele etmeyi geçtim, mücadele edenlere ayak bağı hatta düşman olanlar…

Yani artık harici bir görevliye ihtiyaç duymadan, bizzat fıtratı gereği o muzları yemeleri gereken maymunların bırakın yemeyi, yemeye cüret edenlere, sanki düzenin bekçisiymişçesine saldırmaları ve hakim düzenin hakimiyetini muhafaza görevi üstlenmeleri…

İşte en korkunç olan da bu…

Evet, Harriet kocasını bile ikna edememiş hatta kocası tarafından efendilerine ihbar edilme şantajına maruz kalmıştı.

Ne zaman özgürlükten bahsetse, önce eşi ve diğer köleler tarafından efendilere şikayet edilmekle tehdit edilmişti.

Biz de günümüzde en yakınlarımızı bile ikna edemiyor, uyandıramıyoruz.

Ve onların tercihlerini ‘efendilerden’ yana kullanmalarını engelleyemiyoruz maalesef…