Hayatın tam orta yerinde durmuş sana bakıyordum. Yaşım 30’du.
Ve ben 20 yaşında da sana bakıyordum. Sim kelebekler konan gözlerinin mavisinde görmüştüm o günü. Yağmurlu bir Beşiktaş iskelesi. Ve seni çok uzaklara götüren bir vapur. Oysaki o şehirler içi İDO vapurunun son durağı sadece karşı kıyıdaki Karaköy’dü. Atlantis vurgunu yemiş gibi kayboldun. Kaybettin sonra kendini kendi bilinçaltında. Beni göz kapaklarının altında gizleyerek binlerce kilometre yol yaptın. Atlantis düşlerinin tamamını izleyen masum yüzlü bir çocuk oldum günlerce.
Yıllarca sevgisiz ve susuz kaldım.
***
Hayatın tam başlangıç noktasında durmuş sana bakıyordum. Yaşım 17’ydi.
Ve ben 20 yaşında da sana bakıyordum. En masum yunusları içinde yüzdürdüğün gözlerinin mavisi kapanınca onlar kaçmasın diye sabahlara kadar nöbet tutardım. Alnının açıklığında gördüm o günü. Kadıköy’ün dik yamaçlı dar sokaklarında deniz kokulu bir kafe. Kuytuda, unutulmuş bir masa; masanın etrafında sen, ben ve birkaç eski dost. Keskin bir tütsü kokusunda boğuldu sohbet. Tütsüde yandı bedenim.
Yıllarca sevgisiz ve yaralı kaldım.
***
Hayatın tam hareket anında durmuş sana bakıyordum. Yaşım 22’ydi.
Ve ben 20 yaşında da sana bakıyordum. Saçının kıvrımında görmüştüm o günü. Uzun düz saçların ortasında bir çift mavi göz ‘merhaba’ dedi Haydarpaşa’nın dumanlı peronunda. Sık ve uzun adımlarla kollarımdan tutup denize doğru sürükledi eski kavgaların modası geçmez gündem maddeleri. Bir vapur çığlığında boğuldu sesim.
Yıllarca sevgisiz ve suskun kaldım.
***
Hayatın tam duygu selinde durmuş sana bakıyordum. Yaşım 18’di.
Ve ben 20 yaşında da sana bakıyordum. Bahar çiçeklerinin kokusunda gördüm o günü. Bir martı selam durdu sabaha. Boğazdan geçen vapur dumanında gizliydi bilmece. Densiz birisi kornaya bastı. Televizyonda NBA maçı yeni bitmişti. Kaosun içinde sen bende kayboldun. Ben kendimi bulurken seni kaybettim.
Yıllarca sevgisiz ve kayıp yaşadım.
***
Hayatın tam dönüm noktasında durmuş sana bakıyordum. Yaşım 20’ydi.
Ve ben hep sana bakıyordum. Tatlı telaşla titreyen sesinde görmüştüm o günü. İstiklal hınca hınç ve her zamanki gereksiz kalabalıyla başımı ağrıtıyordu. Serin, soğuk ve sensizdim. Galatasaray Lisesinde sarı telefon kulübeleri önünde sıra bekledim. Bir dal Winston içtim. Sigarayı tam bitirmeden izmaritini yere atıp üstüne basmadan ilerledim. Sigara kaldırım taşları üzerinde yuvarlanarak birkaç tur attı. Sonra sırtında yeşil bir çantası olan kız izmaritin üzerine bastı. Kül söndü. İnce bir duman yükseldi.
Üzerinde PTT yazan kulübenin yana açılır cam kapısını sürdüm. Az önce sokak satıcısından aldığım kontör kartla seni aradım. Uzak diyarlara gitme vaktinin geldiğini söyledim. Hoşça kal… Elveda… Senin aklında Nepal’e gitmek vardı. Hayallerinde kayboldun.
Kayıp ilanı vermeden yıllarca kendini bende aradın. Kuytularda saklı tuttun hatıra sandığını. Kitapların okunmuş satırlarını daksilleyip rafa kaldırdın. Resimlerden kendini çıkarttın. Fonu değiştirip başka başka insanlarla aynı resmi çektirdin. Tüm yeni resimlerinde o gülümsemeyi yakalamak için uğraştın. Gözlerinin mavi parıltısında kayboldun.
Yıllarca sevgisiz ve sensiz yaşadım.
***
Hayatın tam orta yerinde durmuş sana bakıyordum. Yaşım 30’du.
Ve ben hep sana bakmıştım. Gözlerinin sonsuz derinliğinde gördüm o günü. Haydarpaşa-Adapazarı ekspresi buharlı sislerle Adapazarı Garı’na geldi.
Ve sen yıllarca sevgisiz ve bensiz yaşadın…