Yüce Mevla, Fatır suresi 5. Ayette uyarıyor; “Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah'ın vaadi gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın ve o çok aldatıcı (şeytan) sakın sizi Allah ile aldatmasın!”
Bu uyarının sebebi, Allah ile aldatılanların en büyük sorununun, aldatıldıklarının farkında olmamaları…
Çünkü inanan insanların, derinden inandıkları ve içtenlikle teslim oldukları bir değerin kendilerinin aleyhinde kullanıldığını fark etmeleri hiç kolay değildir.
Okumayanlar mutlaka okumalı, Yaşar Nuri Öztürk’ün Allah ile Aldatmak adlı bir kitabı var.
O kitabın önsözünden bir pasaj aktaralım;
“Kuran, ‘Allah ile aldatılmayın!’ ihtarında bulunmasına rağmen Türk halkı, dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile aldatılıyor.
Allah ile aldatmak, dini; çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur.
İşin esası bakımından ne dini vardır ne de imanı.
Onun dini-imanı, Tanrısı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır.
Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir ‘tahakküm teolojisi’ oluşturmuşlardır. Türkiye’de bu teolojiyi egemen kılmak istiyorlar ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Bu bir Haçlı-İngiliz siyasetidir.
Atatürk bu şeytani siyaseti, ta 1920’de Müslüman dünyaya tanıtıyor; İngilizlerin siyasetinin ‘İslam’ı İslam’la yok etme siyaseti’ olduğunu ilan ediyor.
Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. Türkiye’de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla, Allah ile aldatan zümrelerin temel sömürü aracı olarak öne çıkarılmaktadır.
Türkiye’de sosyal devleti çöküşün eşiğine getiren sebeplerin başında Allah ile aldatanların yarattığı ‘sadaka kültürü’ ve bu kültürün yarattığı ‘sömürü merhametçiliği’ gelmektedir.
Allah ile aldatanlar, iane çadırlarıyla yetinecek bir toplum özlemektedirler.
Türkiye’yi Allah ile aldatma zehrinin panzehiri ancak İslam’ın gerçeği içinden çıkarılabilir.”
Son cümle çok önemli; bu hasta arkadaşların panzehiri gerçek İslam, kendilerine aç tok fark etmez, günde beş kere önermekten başka çaremiz yok.
Kızmıyorum, acıyorum bu arkadaşlara, çünkü onlar maymunlaştırıldılar…
Malumunuzdur, Kafese beş maymun koyarlar, ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Maymunun biri merdivene çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk ve tazyikli su sıkarlar. Diğerleri de aynı şekilde…
Bir süre sonra maymunlar muzları almak için merdivene çıkmaktan vazgeçerler.
Sonra maymunlardan birisi yeni bir maymunla değiştirilir.
Yeni maymun muzlara atıldığı an artık soğuk ve tazyikli suya gerek kalmadan diğer maymunlar gereğini yaparlar, bir güzel pataklarlar yeni arkadaşlarını...
Gün gelir maymunlar tepelerinde asılı muzlarla birlikte yaşamaya alışırlar.
O muzlar artık o maymunların tabusudur.
Erişilmesi, eleştirilmesi, dokunulması yasaktır.
Şimdi muhalefet ediyoruz diye bazı maymunlar tarafından hırpalanmamızın sebebi de bu biraz.
Bu maymunlara kızmıyorum, acıyorum, Allah’tan acil şifalar diliyorum.
* **
Allah İle Aldatanın Önde Gidenlerine…
Konu açılmışken, biraz da Cuma Hutbesi niyetine, muhafazakar kesimin çok yakından tanıdığı İhsan Eliaçık’ın bir değerlendirmesini paylaşalım;
“Rahmetli babam hep “Belamların şerrinden muhafaza eyle Ya Rabbi…” diye dua ederdi. “Belam kim ki? ” diye sorduğumda “Allah ile aldatanın önde gideni” derdi… Böylesi duaları dinleyerek büyümüş olmamdan olacak “saray ulemasından” oldum olası hiç hazzetmem.
Gel gör ki Allah ile aldatanların şahı olan “Belam” konusunu ne cami vaazlarından, ne de ilahiyat kürsülerinden pek duyamazsınız. Kuran’da esaslı bir şekilde ele alınan bu karakter neredeyse unutulmuş, unutturulmuştur.
Ama bunun böyle olması konuyu bizim de unutacağımız veya unutturmaya çalışacağımız anlamına gelmez, değil mi?
Belam” muhalif Müslüman bilinçte “saray ahundu (mollası) ”, “zalimlerin alimi”, “sultana yaltaklanan din adamı” karakterine tekabül ediyor.
Ahund” Farsça’da medresede ders veren ve mollaların başı olan büyük alim demek… İran’da devrim yıllarında Şah yanlısı mollaları ifade için “saray ahundları” diye Humeyni çok kullanırdı.
Saray, egemenlik ve iktidar böyle bir şey…
Kısa sürede etraflarında “ahundlar” türer. Saraylar, egemenler ve iktidarlar ahundsuz yapamaz. Meşruiyetlerini dinden almak için “yalaka din adamlarına” ihtiyaçları vardır. Onlar “Allah ile aldatarak” halkı egemene itaate çağırırlar “ulu’l-emr” ayetleri okuyarak…
Eski çağlardan beri, özellikle de Emevilerde, Abbasilerde, Osmanlılarda ve de Cumhuriyet döneminde bunlardan hiç eksik olmamıştır. Maşallah sultan sofralarında ikbal-ü izzet gördü mü mantar gibi biterler…
Oysa bir anlamda “kamu” gibi genel halk ve umumi insanlık adına -ki Allah, Kitap, Peygamber gelmiş geçmiş en büyük insanlık davasıdır- adına konuşan din aliminin (aydının/entelektüelin) egemenler, iktidarlar ve otoriteler karşısında muhalif durması gerekir.
Günümüzde bunun ifadesi olmaya en yatkın olanlar yazarlar, şairler, sanatçılar ve din alimleridir.
“Egemene” yönelik eleştiriler bir ülkede bunlardan gelmiyorsa, bunlar da egemenin borazanı haline gelmişse o ülkede “maşeri vicdan” ölmüş demektir.