Bir hapishanede gardiyan, mahkûmdan daha çok tutsaktır derler.
Mahkûm, işlediği suç için oradadır, gardiyan ise mahkûm için.
Bir gün o mahkûm öyle ya da böyle çıkar gider o hapishaneden ama gardiyan her sabah tekrar tekrar içeri girer.
Başkasının suçu için orada kalmak zorundadır.
Ben kendi suçumdan yattığımı sanmıştım aylarca zihnimin içindeki kafeste.
Fakat öğrenmiştim ki ben suçlu değildim, ben
gardiyandım, suçun başında beklemeye mahkûm edilmiştim.
Suç benimdi ama o suçu beklemiştim.
Peki biz kimin aklından çıkamıyor, kimin zihnine hükmediyorduk?
Manzarası özgürlük olan bir hapishanedeyim senelerdir...
Karanlığa o kadar alıştım ki; hayatın güneşli günler geri gelse, umurumda bile olmayacak artık...
Çünkü gözlerimi çoktan kararttım. Tüm üzüntü, hüzün ve korkularımın tarihi, beynimin karanlık, müphem koridorlarında gizli...
Mutluluğu; mutsuzluğa alışma hali olarak benimsemiş, bağışıklık sistemi daha en baştan yenik düşmüş bir psikolojinin çocuğuyum, hepsi bu…
Sandım ki; koştuğum her yere yetişirim, kaçtığım her şeyden kurtulurum, hiç̧ durmadan kazarsam; aradığımı elbet bulurum...
Şimdi gecenin bilmem kaçında, çocukken koştuğum sokakların tam ortasında; kafamın içindeki düşünsel kaosun gizli simetrisini takip ederek ilerlediğim beynimin müphem koridorlarındaki her bir karanlığı tek tek aydınlatıp aradığım tüm gerçekliği bulduktan sonra; her şeyi bir anda yerle bir etmek varken;
Sabırla, sırtımı kilitsiz bir kapıya yaslamış oturuyorsam varlığımın gazabıyla şeytan azapta gerek dediğimdendir....
Zaman koca bir zincir halkası gibi geçiyor şimdi içimden; ben ise kısır döngüme prangalıyım.
Üzerimde ölümün özgürlüğüne teslim olmanın ferahlığı var artık ve bu sonsuz özgürlüğün bana verdiği gücün hastasıyım"
Semih Aslanlar