DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu hukuk ve adalet mücadelesi veren ender milletvekillerinden bir tanesi…

Son olarak Adli yıl açılışını ele aldı. Yeni Adli Yıl’ı adalet, hukuk devleti ve temel haklar bağlamında değerlendirdi. Adeta Türkiye’nin adalet ve hukuk devleti karnesini ortaya koydu.

Özetle aktarıyorum;

Türkiye maalesef bu adli yıla da hukuk devletinin yok sayıldığı, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının tamamen iflas ettiği tam bir hukuksuzluk düzeni içerisinde girmektedir. Ülkemizde yıllardır yargı, iktidarın taleplerine göre karar veren, hukuku uyguladığı vakit iktidarın rahatsız olacağı endişesiyle tüm hukuksuzluklara ve yolsuzluklara göz yuman bir haldedir.

İktidarın öfkesine maruz kalmamak için canhıraş uğraşan ve kanunları büken, menfaatlerinden de olmamak için siyasiler ve avukatların kapısında sıra bekleyen sayısız hakim ve savcı biliyorum. Bugün dibine kadar rüşvete ve yolsuzluğa bulaşmış olmasına rağmen arkası güçlü diye üzerine gidilemeyen ve yüksek yargı koltuğunda oturan yargıçlar biliyorum. ‘Mafya liderlerini cezaevinden tahliye etmezsen seni düz hakim yaparız’ diyerek tehdit edilen, ‘Ama talimatlarımıza uyarsan da yüksek yargıç yaparız’ diyerek terfi ettirilen hakimler biliyorum.

İstanbul’da bir başsavcılık hariç diğerlerinin tamamının nüfuzlu bir avukat tarafından belirlendiğini yargı camiasında konuşmayan yok. Ne kadar büyük bir utanç, değil mi? Önemli bir ilin başsavcısı bir milletvekili tarafından istenmiyor, çünkü isteklerini yerine getirmiyor: Ne oluyor biliyor musunuz? Normalde hukuk devletini daha fazla reddeden ortağı ‘Bu benim ocaktan gelme, bunu düz savcı olarak gönderemezsin’ diye direttiği için görev süresi bitmeden başka bir ilde başsavcı yapılıyor.

Eskiden askerlere itaat eden yargıçlar vardı, bugün siyasilere ve nüfuzlu avukatlara itaat eden hakim ve savcılar var.  HSK iktidarın oyuncağı olmuş, emaneti ehline değil, dosdoğru olana değil, adaletten başka bir rehber tanımayana değil, kötülüklere susana, imamın önündeki meyyit gibi otoriteye boyun eğene veriyor.

Temel bir kuraldır: Hukukun olmadığı yerde yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar vardır. Boşluk yoktur, hukuksuz her hal vardır yani. Maalesef bizde de olan tam olarak olan budur. Türkiye iktidarın aklıselim yönetimden uzaklaşması yüzünden yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluk ülkesi haline gelmiştir. Evet, bugün ülkemiz yolsuzluk bataklığına saplanmış durumdadır.

OECD’ye bağlı Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından ‘Gri Liste’de yer alıyoruz. Nedeni, iktidarın yolsuzluk, kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemedeki isteksizliği...

Yolsuzluk, rüşvet ve nüfuz ticareti iddiaları yaygın olarak kanıksanmış durumda. Açıkça belli olan yolsuzlukların dahi hiçbiri ne yargı ne de TBMM tarafından soruşturulmamaktadır. Gelinen noktada ülkemiz yoksullar ülkesi olmuştur.

Adli yılın açılışının kimse için umut vermediği açıktır. Elbette yargı bağımsızlığının iflas ettiği bir sistemde, temel haklara yönelik anayasal ve yasal güvenceler anlamsızlaşmaktadır. Gazetecilerin, siyasetçilerin, insan hakları savunucularının ve binlerce vatandaşımızın temelsiz iddialarla tutuklandığı, en temel haklarımızı dahi kullanamadığımız bir korku ikliminde yaşıyoruz.

Malumunuz Mart 2021 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından büyük bir lansmanla kamuoyuna duyurulan İnsan Hakları Eylem Planının üzerinden tamı tamına iki buçuk yıl geçti.

Gelgelelim, iki yılda tamamlanması gereken toplam 276 hedeften yalnızca 113’i tamamlanmış, 163 hedef ise hayata geçirilememiştir. Yani söz verilen eylemlerin neredeyse 3’te 2’si unutuldu, unutturuldu. Bugün Adalet Bakanı tekrar açıkladı, yenisini hazırlıyorlarmış! Peki eskisi ne durumda? Çöpe mi attınız? Propaganda süresi mi bitti?

Bu süreçte ifade özgürlüğünü büyük ölçüde sınırlandıran dezenformasyon (sansür) kanunu bu eylem planı açıklandıktan kısa bir süre sonra hazırlandı. Gazeteciler haklarında açılan soruşturmalarla ve TBMM’de kabul edilen Basın Kanunu ile daha kısıtlı bir alana hapsedilmeye devam ediyor. İktidar basın özgürlüğünü her gün ayaklar altına alıyor, eylem planında basın özgürlüğünü güçlendireceğim diyor. Olan ise kendi güdümünde olmayan TV kanallarını RTÜK eliyle ağır para ve program durdurma cezaları ile cezalandırıyor. 

Muhalif sivil toplum örgütleri ağır baskılara maruz bırakılmaya, yersiz soruşturmalar ile dernek ve vakıflar yıpratılmaya devam ediyor.

Bakın bu kadar korkunç sonuçları olmasa, bu iktidarın ne kadar şakacı olduğunu konuşup gülüp geçebiliriz. Bir de utanmadan çıkmış yeni sivil, özgürlükçü, çoğulcu falan filan Anayasa yapmaktan bahsediyorlar. Sanki mevcut Anayasa kralın haklarına dayanıyor, sanki ellerinden tutan var. “Mevcut Anayasaya uymuyoruz ama söz, yenisine uyacağız” diyorlar. Milletle dalga geçiyorlar!

Tüm bunlar ne demek biliyor musunuz? Demek ki, ‘Yargı reformu yapıyoruz’, ‘İnsan hakları eylem planı hazırlıyoruz’ diyenler samimi falan değil, amaçları da hukuk zeminine dönmek değil.

İktidarın İnsan Hakları Eylem Planı da kara mizah olarak tarihte yerini aldı. Adını dahi hak etmeyen bir samimiyetsizlik belgesi olmanın ötesine geçemedi.

Durum ortada! Neden o kadar emeği sadece Cumhurbaşkanın prompterinde kalacak metinlere harcıyorsunuz? Oysa çözüm çok basit! Geçmişte hazırlanan eylem planınızın yarısını dahi gerçekte uygulasanız, en azından kuvvetler ayrılığını ve yargı bağımsızlığını tesis etseniz zaten en temel sorunumuz çözülmüş olacak.