Hani bir sosyal deney vardı; içinde beş maymunun bulunduğu kafesin tepesine muzlar asılır.

Altına da uygun mesafede bir sehpa veya merdiven vardır…

Ortam muz yemek için uygundur ama maymunlar muzları yemek için hamle yaptıkça üzerlerine tazyikli su sıkılır.

Zamanla maymunlar hamle yapmayı bırakıp bakıcılarının lütfettiği dandik yiyeceklerle karınlarını doyurmaya alışırlar.

Bir süre sonra kafesteki maymunlardan birisi yeni bir maymun ile değiştirilir.

Kafesin yeni misafiri içinden ’yahu tepede muzlar asılı, bu dangalaklarda oturmuşlar seyrediyorlar’ diye muzlara hamle yapınca diğer maymunlar tarafından tekme tokat engellenir.

Her maymun değiştiğinde önceki maymunlar geleni pataklarlar ve bu böyle sürer gider.

Artık maymunların muza ulaşmalarını engellemek için dışarıdan müdahaleye ve masrafa gerek kalmamıştır.

Artık maymunların tepesine asker/polis/bakıcı/bekçi koymanın da bir gereği kalmamıştır.

Maymunlar ve köpekler üzerinde etkili olan bu deney, zamanla çeşitli versiyonlarıyla insanlar ve insan toplulukları üzerinde denendi.

Biz de ise hala deneniyor ve oldukça başarılı…

Nereden mi anlıyoruz? En yakınlarımıza hatta açlıktan nefesi kokanlara bile ekonominin kötüye gittiğini anlatamıyor olmamızdan.

Ağzımızı açacak olsak kafesteki yeni maymunlar gibi hırpalanıyor, sabır ve şükür etmediğimiz için adeta dövülüyoruz.

Türkiye belki de tarihinin en derin ve uzun süreli krizini yaşıyor.

Üstelik bu krizin dibi de görünmüyor ki, ha gayret az kaldı, biraz sabır diye kendimizi avutabilelim, o da yok.

İktidar ortakları sabır ve şükür diyor, hatta halkın bir kısmını sabırsızlık ve şükürsüzlük ile suçluyorlar.

Halk pazarda sebze ve meyvelerin yanına yaklaşamıyor. Millet pahalılıktan arabasına yakıt koyup eş, dost akraba ziyaretine gidemiyor. Anneler okula giden çocuğuna ortalama bir kahvaltı çantası oluşturamıyor, insanlar eve misafir gelirse rezil oluruz düşüncesiyle ya kendini bir yerlere atmış ya da evde yokuz gibi davranıyorken, bizden sabretmemiz ve halimize şükretmemiz isteniyor.

Neye sabredelim?

Şükür, beterin beteri var anlamında ise doğru.

Sabır, yarın bir şeyler değişecek anlamında kullanılırsa yerinde bir terim…

Kaldı ki şükür, Allah’tan gelenedir bizim anlayışımızda, kuldan geliyorsa kızmak, bağırmak, itiraz etmek, dur demek her şeyden ve herkesten önce bir mümin tavrıdır.

İktidar da bunun için Diyanet üzerinden sabır ve şükür telkinleri yapıyor zaten…

Lakin yemez…

Yemiyoruz da…

Ama bunun için en yakınlarımız tarafından hırpalanıyoruz.

Olsun yine de yemeyeceğiz…

Her şeyi elinize yüzünüze bulaştıracak ve şükret, beterin beteri var diyecekseniz, yok öyle yağma!

Ha, olağanüstü, doğal afet türü bir kriz yaşıyorsak, dua ve sabır edelim ama bizzat sorumlusu olduğunuz bir krize neden sabredelim ki?

Dolayısıyla biz adaletsiz gelir dağılımına, enflasyona, keyfi hukuk düzenine "iyi ki daha kötü değil" diye şükretmeyeceğiz.

Ve her ne derseniz deyin, bu bozuk sistemi değiştirmek, sebep olanları ilk seçimlerde göndermek için mücadele edeceğiz.

Sizin nezdinizde bu da büyük bir suç hatta ihanet ama çaresi yok, kendi kaderimizi kendimiz tayin etme hakkımızı sonuna kadar kullanacağız.

Siz ekonomiyi batırın, en azından düzeltmek için çaba harcamak yerine kendinizin ve iktidarınızın siyasi ömrünü uzatmak için çabalayın, üstelik bir de eleştirenlere kızın, yok öyle…

Oradan buradan kırpıp pazardan mutfaktan cüzdandan nereden bakarsanız bakın yüzde 180’in altında olmadığı belli olan enflasyonu yüzde 80 ilan edenlere nasıl güvenelim?

Ekonomik bir gerçektir; para basarsanız enflasyon azar. Borç alırsanız ve bunu üretime kanalize etmez yani borcu borç ile öderseniz, sarmala girersiniz ve şimdi olduğu gibi borcun faizi ana borcu geçer, ki geçiyor, onu da yine fahiş zamlarla vatandaş ödüyor.

Seçimlere kadar ‘bankaları ve firmaları ayakta tutayım, vatandaşın sırtına basıp kafamızı su üstünde tutalım ki boğulmayalım, gerisi Allah kerim’ dediler.

Şimdi nas inadından vazgeçip faizleri yükselttiler.

Peki yetecek mi? Mümkün değil.

Tarım bitti bitecek, üretim yokken gıda fiyatları nasıl düşecek?

2008 yılında 1,1 milyon olan çiftçi sayısı şimdi 500 binin altına düşmüş, sanayici üretip ihraç ettiği malın hammaddesini alamıyorken nasıl olacak?

Rusya Ukrayna savaşı sebebiyle turizm eller yukarı olmuşken bu ülkeye döviz nasıl nereden girecek?

Kasanız eksi rezerv iken kur nasıl düşecek ve sanayi nasıl dönecek?

Tarım ve sanayide ithal bağımlısı olan Türkiye yarattınız. Çarpık sisteminizi sürdürmek yani ithal ederek üretmek için borç aldıkça alıyorsunuz.

Üstüne bir de saçma sapan ekonomik tezlerinizle kurlara tavan yaptırmış, Türk lirasının anasını ağlatmışsınız.

Üstelik dolar kurunu kontrol etmek için de bugüne kadar yaklaşık 180 milyar lira çaktırmadan faiz ödemişsiniz ve ülkeyi bugün 1,4 trilyon TL ana para, 1,7 trilyon TL faiz öder hale getirmişsiniz.

Nasıl düzelecek?

Bırakın ekonomisti, ticaret lisesi seviyesinde ekonomi ilen birisi bile sorsanız, bütün bunları neden yaşadığımızı ve bundan nasıl kurtulacağımızı size anlatırdı.

Nihayet ‘faiz sebep enflasyon sonuçtur’ inadınızdan vaz geçtiniz ama Bağdat harap olduktan sonra…

Eğer faiz politikasında diretilmeseydi kur şimdi 9 TL civarında olacaktı.

Petrolün varil fiyatı 100 dolar ise ödeyeceğimiz rakam 900 TL olacaktı. Peki şimdi ne ödüyoruz; ortalama 1500 TL…

E canım enerji zamlandı. Zamlandıysa bütün dünyada zamlandı, kim battı?

Kaldı ki elbette enerjiye dışarıda zam geldi ama bu gelen zamlar hükümetin bize yaptığı zamlar kadar değil.

Hadi olup bitene şükrettik, düzeleceği umuduyla da sabır edelim de tünelin ucunda ışık var mı? Yok, bizi beterin beteri bekliyor.