Topyekûn bir yozlaşma yaşıyoruz. Ahlaki ve vicdani değerlerimizin bu kadar dejenere olmasının sosyolojik açıklaması olmalıdır. 30-40 yıl gibi kısa bir süre içinde toplumun çözülmesi, ayrışması, yabancılaşması nasıl başarıldı anlamak mümkün değil. Her gün yeni bir skandalla uyanıyoruz. Hatta birçok olayı kanıksadığımız yetmezmiş gibi akla hayale gelmeyecek olaylara tanık olmak zorunda kalıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir kamu hastanesinde 115 çocuğun hamile olduğu, doğum yaptığı haberi toplumu şok eden bir skandalı ortaya koydu. İlginç olan olaya müdahale etmesi gereken sorumluların tam tersine görmezden gelmeleridir. Asıl düşündürücü olan tarafı burasıdır. Duyarlı ve vicdanı körelmemiş bir personelin olayı ilgililere bildirmesi, hiçbir işlem yapılmadığında kamuoyuna yansıtmasıyla tüm Türkiye haberdar oldu. İçimizi titreten olayın korkunçluğu İstanbul valisinin normal görmesidir. Sorumlular hakkında soruşturmaya izin vermemiş, olayın üzerine giden personelin görev yeri değiştirilmiştir. Nasıl bu hale geldik? Nasıl olmaması gereken olaylar karşısında duyarsızlaştık? Ayıplanması, kınanması gereken hatta cezalandırılması, bir daha olmasın diyerek gerekli önlemlerin alınması zorunluyken nasıl vicdanlarımızı karattık?
Toplumsal değerler yıllar içinde uygulanan ekonomik politik programlar ile değişime uğrar. Eğitim müfredatı kitleleri demokrasi ve insan hakları bilincinden uzaklaştırdı. Eşitsizlikler derinleşti. Yolsuzluklar için kime ne zararı var denebilen, kendini kurtar anlayışına dayalı yeni bir kültür dayatıldı. Haklının yanında durabilecek tanıklıklardan kaçar olduk. Başımıza ne geleceği belli olmaz güvensizliğiyle şiddet ve baskıya itaat eden bir kıvama getirildik. Son yıllarda liyakat dikkate alınmadığından sınav skandallarıyla tanıştık. Zayıflamak için hayatları biten, yanlış iğne sonucu ömür boyu engelli kalan, maliyet artar diyerek önlem alınmayan kazalar, tabldot yemeğinden zehirlenen askerler, öğrenciler sadece birkaç skandal başlığıdır. Öyleyse skandallarla karşılaşmadan, kanıksamadan, yanımıza yöremize düşmesini beklemeden dik durmayı, onurlu davranmayı güçlendirmeliyiz. Adaleti aramalı, yandaş, torpil ve yüksek yerlerdeki dostlar kavramlarını çöpe atmalıyız. İktidar çizgisinde tek tipleşmeye itiraz etmeliyiz. Bize dayatılanları sorgulamalıyız.
Son yıllarda Milli Eğitimde kitaplara giren ve okutulması istenen yayınlarda gerçek dışı ve bilimsel olmayan bilgiler giderek artıyor. Öğretmenler üzerinde baskı oluşturularak bu yayınların çocuklara ulaşması sağlanıyor. Özellikle küçük yaşta evliliğin örf ve adet, kocaya itaatin ise ibadet olduğu gibi bilgilerin verilmesi skandal örneklerden sadece birkaçıdır. Yasaların koruyuculuğuna rağmen okullarda yaygınlaşmaya başlayan kız ve erkek öğrencilerin ayrı sınıflarda okutulması da laik Cumhuriyete ihanettir. Yine Milli Eğitime giren kitaplarda görselliği de bulunan kafa kesme gibi şiddet örnekleri, geçmişe ilişkin karalamalar, yatılı okuyan öğrencileri “bozulmaya müsait” gibi değerlendirmeler safhane bir yazım yada gözden kaçmış bir yanlışlık değil düpedüz aymazlıktır.
Öğrenci yurtlarının denetimsizliği ayrı bir sorundur. Küçük yaşta yurtlara emanet edilen çocuklarımızın can, beden ve ruh sağlıkları tehdit altındadır. Adana’da özel bir yurtta çıkan yangın, Kütahya’da mutfakta çalıştırılan öğrencinin elini kıyma makinesine kaptırması sadece birkaç örnektir. Yine yurt öğrencilerinin taciz ve tecavüze uğradığı haberleri skandal boyutunu da aşan bir noktaya geldi. Karaman’da Ensar Vakfı, İzmir Dikili’de tarikat yurtlarında yatılı erkek öğrencilerin uğradığı taciz ve tecavüzler akıllarda yer edinmiş skandallar zincirinin halkalarıdır.
Bu devran böyle gitmeyecektir. Toplumun dur diyeceği çizgi umuyorum ki gelmiştir. En değerli varlıkları çocukları olan bu toplum onurlu, özgür, adil ve barış içinde bir yaşama merhaba diyecektir.