Cumhuriyet ne büyük bir nimet…
Peki, bu nimetin farkında mıyız, bu nimetten yeterince istifade edebiliyor muyuz?
Önce nimetlerini sayalım isterseniz;
Her şeyden önce cumhuriyet halkın kendi kendisini yönetmesi yani halk iradesinin sandığa ve haliyle oradan da TBMM’ye yansıması demek…
Hanedan usulü yönetim anlayışının bitmesi, babadan oğula geçen padişahlığın kaldırılması demek…
Cumhuriyet; ağanın, paşanın, şeyhin olmadığı bir demokratik, sosyal hukuk devleti demek…
İlk akla gelen nimetleri bunlar…
Bakalım biz ne kadar istifade etmişiz veya etmemişiz.
Önce seçme ve seçilme hakkımızı nasıl kullandığımıza, irademizi sandığa nasıl yansıttığımıza bakarsak durum facia…
Kendimizin değil, ağanın, paşanın şıhın ve şeyhin emri doğrultusunda tercih yapıyoruz. Ağa veya şeyh her neyse geçiyor sandığın başına, oylar falan yere emri mucibince sıradan gelen ahali basıyor oyu.
Bir torba kömür, un, makarna vesaire uğruna oy verip irademizi ipotek ettiğimiz de cabası…
Haliyle sandığa ve oradan TBMM’ye halkın iradesi değil, artık tedavülden kaldırılan ama bizim bir türlü vazgeçemediğimiz ağanın, paşanın, şeyhin iradesi yansıyor.
Eskiden bir padişahımız vardı, şimdi yüzlerce…
Eskiden onlarca beşik uleması vardı, şimdi binlerce…
Şimdi Atatürk’ün hanedan ve halifeliği kaldırmakla yetinmeyip neden yurt dışına gönderdiğini çok iyi anlayabiliyorum.
Atatürk inkılaplarıyla birlikte malum unvanlar hep kaldırıldı.
Peki, biz kafamızdan gönlümüzden kaldırabildik mi? Hayır…
Dolayısıyla hepimizin, ona sormadan bırakın irade beyanını, tuvalete dahi gitmediğimiz bir ağası, paşası, şeyhi mutlaka var.
Gelelim demokratik hayata…
Hadi bu kafayla siyasi arenada bir yer tutmak veya seçilme hakkını kullanmak gibi bir derdimiz yok da peki sivil örgütlenmelerle aramız nasıl ona bakalım…
Malumunuz demokrasi kayığının iki küreğinden birisi siyaset diğeri sivil toplum örgütlenmeleri…
Örneğin sendikalar; siyasetin, demokratik sosyal hukuk devleti sınırlarını çoktan aştığı ülkemizde, siyasilerin hışmından, şerrinden ve yaptırımından korunabilmek için bireylere verilen hakların en önemlisidir mesleki örgütlenmeler.
Peki, biz ne yapıyoruz? Biz bu hakkımızı nasıl kullanıyoruz?
Daha doğrusu kullanamıyoruz ki, neredeyse tüm mesleki örgütlenmeler bir partinin ismi ile birlikte anılıyor.
İşçide de böyle, çiftçide de…
Ne garabettir ki mesleki sivil toplum örgütlerinin kongrelerinde siyasi partilerin belirlediği listeler yarışıyor.
Yani biz, bize bahşedilen örgütlenme hakkımızı bile direk ya da dolaylı siyasi erke peşkeş çekmiş, gidip siyasetçilerin kucağına oturmuşuz.
Gelelim hassas bölgelere ve oranın insanlarına…
Bu devlet size çağdaş bir hukuk sistemi kazandırdı ama siz hala kıçını yıkamasını bilmeyen sözde şeyhlerin sözüm ona şeriat mahkemelerinden ve fetvalarından medet umuyorsunuz.
Bu devlet size toprak reformu yapıyor, toprağını alıp ‘ağa hakkı’ diye ağanıza veriyorsunuz.
Bu devlet size demokratik bir nizam bahşediyor, siz hala feodal yapıya hizmet ediyorsunuz.
Bu ülkede cumhurbaşkanı bile olma hakkınız varken ve olmuşken, bir etnik kimlik sevdasına kapılmış gidiyorsunuz ama komşu ülkelerde sizin gibi olanlara mülkiyet hakkı bile verilmediğini unutuyorsunuz.
Seçme ve seçilme hakkı kazanmışsınız ama oylarınızla bırakın feodal yapıyı beslemeyi, bir de onları yüce TBMM’ye taşımaya ve resmileştirmeye kalkıyorsunuz.
Sonra da, eziliyoruz, sömürülüyoruz, demokratik hak hukuk cart curt…
Biz de sormadan geçemiyoruz.
Aziz Nesin’in haklılığı çoktan teyit edildi de acaba diyorum şu ‘benim oyum dağdaki çobanın oyu ile bir olabilir mi’ diyen mankenimiz, reyting yapacam derken aslında toplumsal ve sosyal bir yaraya parmak bastı da bizim mi haberimiz yok…
Velhasılı; Her şeye rağmen, size rağmen… YAŞASIN CUMHURİYET!