Vatan nasıl kurtulur, bilir misiniz? Bilmezsiniz. Çünkü sizin dedeleriniz, babalarınız, büyükleriniz, bunu size anlatmamıştır. Nasıl anlatsınlar? Ya kaçaktırlar, ya eşkıyalık yapıyorlardır, ya da düşmanla işbirliği içeresindeydiler herhalde. Peki, okuyup öğrenebilir misiniz? O da olmaz. O kitaplarda Kurtuluş Savaşımızdan bahsederken, Mustafa Kemal Atatürk’ü de anmak, yazmak zorundalar. İşte bu işinize gelmez. Bitmiş bir imparatorluktan, TÜRK DEVLETİ çıkan o İmparatorluğu geri bırakan, bitiren, yozlaşmış bütün kurumları ve unsurları ortadan kaldıran, yerlerine çağdaş, bilimsel ve insani değerlere sahip CUMHURİYET kuran Mustafa Kemal’i sevmezsiniz. Siz ‘’Yunan kazansaydı keşke’’ diyenleri seversiniz, onlara saygı duyarsınız. Üstadınız onlardır, mezhebiniz, meşrebiniz onların mezhebidir, meşrebidir. Neden diye hiç sormadım, araştırdım. İki önemli şey çıktı karşıma. Birincisi cahilsiniz, akla, bilme, ilime önem vermiyorsunuz. İkincisi de defalarca söyledim, yazdım, kendinizi TÜRK hissetmiyorsunuz. Ya soyunuz, TÜRK değil, ya da bozulmuşsunuz.
Vatanın nasıl kurtulduğunu bilmediğiniz için, Vatan’ın kıymetini de bilmezsiniz. Fakat Vatanın sahip olduğu bütün kıymetleri bilirsiniz. TÜRK VATANI’NIN, jeopolitik konumu nedeniyle STRATEJİK öneminden haberiniz var. Tabii güzellikleri, yer altı ve yerüstü zenginlikleri, iklim özellikleri ile yeryüzünün eşsiz bir parçası olduğunu biliyorsunuz. Tarih ve Kültür zenginliğinin, hiçbir coğrafyaya nasip olmadığı size bile anlatmaya gerek yok. Cumhuriyetin, bir taraftan Osmanlı’nın borçlarını öderken, bütün yokluklara rağmen kurduğu üretim tesislerinden bahsedeceğim, fakat bahsedemiyorum, çoğu satıldığı için, ancak hatırlatabilirim. Uzun zamandan beri çok şey kaybediyoruz. Toprağı VATAN yapan bütün değerleri kaybetmek üzereyiz. Yukarıda saydığım veya sayamadığım birçok sebeple, bu sizi pek ilgilendirmiyor galiba, sizi ilgilendiren bu işlerden ne kadar kazandığınız, kar ettiğiniz herhalde. Elimiz de her şeye rağmen, Vatan testinden geçmiş, önemli miktarda toprağımız var. Son günler de bu topraklar da tehdit altında. Askeri güçle işgal edemeyeceklerini anladıkları VATANIMIZI, hile ile işgal ediyorlar.
Bu nasıl olur demeyin. Osmanlının son zamanını yazan tarihçiler, bazı vilayetlere verilen, mahalli idare imtiyazlarıyla, azınlık haklarıyla, bu vilayetlerin kısa zamanda, nasıl elimizden çıktığını anlatmışlardır. Aynısı değilse bile benzerini yaşıyoruz. Önce Büyükşehir Kanunu çıkardık. Sonra köyleri, mahalle yaptık. Mahallerde tarım ve hayvancılık yerine, arazi, arsa rantı ön plana çıktı. Köylü, çiftçiliği bıraktı, şehirliliğe özendi. Ekilecek topraklara beton diktik. En verimli arazilere Organize Sanayiler kurduk. Çiftçilik, hayvancılık öldürüldü, üretim azaldı. Tarım da kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyken, elin samanına bile muhtaç hale geldik. Sonra etrafımızda yaşanan savaşlara taraf olduk, hatta kışkırttık. Irak, Suriye, Libya gibi ülkeler de yaşanan savaşla da en çok zararı biz görüyoruz. Milyonlarca göçmeni kabul ettik. Ülkemizde, dünyanın her yerinden 15 milyona yakın göçmen yaşıyor. Din kardeşi diyoruz, mazlum diyoruz, sınır komşumuz diyoruz, bin bir türlü bahaneyle geri göndermeyeceğimizi ilan ediyoruz. Bize maliyeti milyarlarca doları bulan göçmenlere ayıracak paramız vardıysa, neden içerdeki mazlum, masum Doğulu, Güneydoğulu vatandaşlarımıza, başka yörelerde, ekonomik yardıma, yatırıma ihtiyaç duyan insanımıza vermediniz. Geri kalmışlığı, geri bırakılmış olarak göstererek, bölge halkını istismar eden terör örgütlerine çanak tutunuz. Üretime katkısı olmayan, düşük ücretle çalışıp, işsizimize rakip olan, toplu olarak yaşadıkları yerlerde asayiş sorununa sebep olan, vergi vermeden, askerlik yapmadan benden çok vatandaşlık hakkına sahip gibi ortalıkta dolaşan bu insanlar, hangi projenin ürünüdür desem, bileceksiniz. Yakında, bazı karanlık çevrelerin finans desteği ile, ekilebilir topraklarımızı satın alacaklar. Üremeleri bizim kadınımızdan üç misli olan göçmenler, Güney ve Güneydoğu bölgelerimiz den başlayarak, birçok yörede çoğunluğu teşkil etmeleri mukadderdir.
2004 yılın da ‘‘Yes be annem’’ sloganıyla, özellikle Türkiye’den bir partinin milletvekillerinin, Kıbrıs’a karargâh kurarak önce Talat denilen zatı seçtirerek, sonrada halk oylamasında ‘Evet’ çıkması için yırtınarak Kıbrıs’ı satmaya çalıştılar. Satılık Vatan işi, Kıbrıslı Rumların aç gözlülüğü yüzünden Allah’tan başarılı olamadı. Sonra Ege Adaları’nın Yunan tarafından kanunsuz bir şekil de silahlandırılmasına şahit olduk. İkazlarımızı kimseye duyuramadık. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Şimdi bu göçmenlere ekilebilir arazilerimiz, bir yolla satılıyor. Kanuna, kitabına uydursalar da sonuç değişmiyor. Bu satışları yapanlar, ilanlarına satılık arazi yerine SATILIK VATAN yazarlarsa daha doğru davranmış olurlar. Pazarlık güçleri de artar.
Pazarlık gücü demişken merak ettim, Türkçü, Milliyetçi geçinen bazı kesimler, demografik yapıyı değiştiren, hatta bizi ARAPLAŞTIRAN, bu projeye, hangi pazarlık sonunda destek çıkıyor veya göz yumuyorlar anlamıyorum. Gözünüzün içine baka baka ‘‘göçmenleri göndermeyeceğiz’’ diyenlere, destek vermeyi nasıl içinize sindiriyorsunuz, merak ediyorum. Gerçi ‘‘bu milletin dili Arapça’’ olmalı diyen paşa eskisine ne cevap verdiniz de, bu duruma itiraz edeceksiniz, o da ayrı bir konu.
İşin özetine gelelim, yabancıya toprak satmak VATAN SATMAKTIR. Dünyanın başka neresinde, kimin ne yaptığı beni ilgilendirmiyor. Bu Coğrafyada, bu işin adı budur. Hükümetler buna müsaade ediyorsa, millet tedbirini kendi almalıdır. Ya toprağını satmamalı veya kendisini bu noktaya getirenleri bir daha seçmemelidir.
Sağlıklı günler dileğiyle….