Etrafımıza bakın! Nasıl da nefretten beslenen bir toplum haline geldik. Kolektif benliğimizin genleri neredeyse mutasyona uğramış gibi. Günlük hayatta, sokaklarda, okullarda ve iş yerlerinde birbirimizin kuyusunu kazmaya çalışan, çıkar sağlamaya odaklanmış bir toplum olduk. Spor müsabakalarındaki olaylardan, trafikteki agresif davranışlara kadar, en küçük sosyal birimden daha büyük toplumsal yapıya kadar, tanıyan tanımayan herkes arasında bir nefret atmosferi hakim. Bu ortamda, insanlar arasındaki iletişimde sevgi ve anlayış yerine, nefret ve rekabet öne çıkıyor. Toplumun birbirine olan düşmanlığı, insanları bir araya getirme ve dayanışmayı zorlaştırıyor. Bu nefret, bireylerin birbirine karşı hoşgörüsüz ve düşmanca davranmasına neden oluyor. Ancak, bu durumun farkında olmak ve değişim için adımlar atmaya karar vermek önemlidir. Empati, anlayış ve sevgi temelinde kurulan iletişim, toplumsal ilişkileri güçlendirebilir ve nefretin yerine hoşgörüyü getirebilir. Her birimizin bu değişime katkıda bulunması, daha sağlıklı ve dayanışma içinde bir toplum yaratmamıza yardımcı olabilir.

Nefret, kin, intikam gibi duygular insanın zehri kendisinin içip karşısındakinin ölmesini beklemesidir. Bu tür yıkıcı duyguları besleyen kişi, yıkıcılığın stresini önce kendi zihninde hisseder. Bağışıklık sisteminin dengesini bozan stres kaynaklı hormonların hastalık yaratan etkisini önce kendi bedeninde hisseder.  Başkalarına verdiği zarar ikinci eldir. Ama nefreti, öfkesi, kini, intikam duygusu varlığını öylesine ele geçirmiştir ki önce kendisine zarar verdiğinin; ruhuna, zihnine, bedenine verdiği zararların bilincinde bile değildir. Beden/ zihin/ruh ilişkisinin bağını görmesini engeller nefretin körlüğü.

Toplumsal nefretler daha da tehlikelidir. Kişiye suni ve geçici bir “aidiyet duygusu” yaşatır.  Bugüne kadar savaşarak kalıcı barışı kim sağladı? Kim? Tarihten ve bugünden tek bir örnek gösterebilir misiniz? Bu savaşta yenilen grup /halk/ ülke daha büyük bir öfkeyle saldıracağı günü bekler. Tam bir kaybet/ kaybet oyunu.

Son 30 yıldır bu topraklar on binlerce gencin kanıyla sulandı. Şehit dedik, ölü ele geçirildi dedik, gerilla dedik, terörist dedik…  Sonuç: ister yüceltici ister aşağılayıcı ne isim verirsek verelim hayatının baharında ölen on binlerce genç… Ve hepsinin akan kanı aynı renkteydi. Ölenlerden tek bir genç bile varlıklı zümrenin çocuğu değildi.

“Bir yerde adaletsizlik varsa her yerde adaletsizlik vardır” diyen King’i hatırlamakta yarar var. King de Gandhi de hiçbir şiddete başvurmaksızın amaçlarına ulaştı. Kalıcı çözüm daima adaletin sağlanması ve empati içeren sağlıklı iletişimle yaratılır. “Hep aynı şeyi yapıp bu kez farklı sonuç beklemek deliliğin tanımıdır” sözünü çoğumuz biliriz. Peki, bunu asıl bilmesi gerekenler biliyor mu?

Ayrımcılığı kışkırtacağımıza okullarda karakter gelişimi ve insani değerler öğretilmeli. İnsanlar hezeyanı değil, sağduyulu düşünceleri ve duyguları paylaşmalı.  Televizyonların halkı uyutan değil uyandıran bir araç olmasını hayal ediyorum.  Bizi özgür kılacak şey gerçeklerle yüzleşmek, gerçekleri öğrenmektir; ister kişisel boyutta ister toplumsal boyutta. Terör korkudan beslenir ve puslu ortamları sever. Sevgiyi bilmeye her zamankinden çok ihtiyacımız var. İçimizin acısını iyileştirecek tek şey sevgi. Barışa nasıl yatırım yapacağımız üzerinde kafa yoralım. Halk barış istiyor. Savaştan çıkarı olan… Halk değil!