Hemen hepsini takip ederim ama bu hafta sadece İYİ Parti Grup Toplantısını izleme fırsatı buldum.
Bence hepsine değerdi çünkü Genel Başkan Müsavat Dervişoğlu müthiş konuştu.
Yerim dar. Dolayısıyla konuşmanın sadece Türkiye ekonomisi ve iktidarın yeni anayasa arayışına dair olanlarını ve gerçekten önemli bir önerisini aktarayım:
“2018 yılında geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sonrasında, makroekonomiden demokrasiye, satın alma gücünden yaşam kalitesine kadar her alanda ciddi gerilemeler yaşadık.
Milletin barınacak yer bulamaması mı sizin sosyal devlet anlayışınız?
Çıkın sokağa, sorun vatandaşa. Kirasını bile zor ödeyen insanları dinleyin. Kirayı ödedikten sonra kalanla karnımızı doyurmaya çalışıyoruz, diyecekler. “Boğazımdan et geçmeyeli kaç ay oldu, bilmiyorum’ diyecek insanlar göreceksiniz.
Çocuğunu, devlet okuluna gönderecek parası olmadığından okuldan alan velilerle karşılaşacaksınız.
TÜİK’in verileri bile geçtiğimiz ay itibarıyla kiraların yıllık yüzde 117’den fazla arttığını söylüyor. Milletin barınacak yer bulamaması mı sizin sosyal devlet anlayışınız?
Birileri gayrimenkul krallıkları kurarken, emeklinin, işçinin, öğrencinin kiralayacak ev bulamaması mı sizin sosyal devlet anlayışınız?
Tüm bu sorunların ve hataların temelinde, sistem değişikliği ile bir kişiye verilen sınırsız yetkiler yatıyor. Biliyorsunuz güç, ölçüsüz olduğunda güç olmaktan çıkar. Kontrolsüz güç bir ateş gibidir; alevi büyüdükçe herkesi, her şeyi yakmaya başlar. Sonunda o ateş, kendi sahibini de kül eder.
İşte bu yüzden, ben çarenin parlamenter demokraside yattığı görüşünden hiç vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim.
Parlamentosu güçlü olmayan bir ülkede halk, seçtiği vekiller tarafından temsil edilmiyor demektir.
Anayasa değişikliği güç arzusunu meşrulaştırmak içinse rıza göstermeyiz.
Ancak anayasa değişikliği, birilerinin güç arzusunu meşrulaştırmak için bir araç haline getirilecekse ya da bu tartışma üzerinden suni gündemler yaratılacaksa, hiç kimse benden ve İYİ Parti’den buna rıza göstermemizi beklemesin.
Çünkü bizim mücadelemiz, bu milletin iradesini ve özgürlüğünü tam anlamıyla temsil eden bir sistem içindir. Ancak, ‘Erdoğan’ı nasıl bir daha aday olur, bir beş yıl daha onu nasıl cumhurbaşkanı yaparız, nasıl bir seçim daha kazanır’ gibi sorulara cevap arayan bir tartışmada biz yokuz.
Konuşmamız gereken daha ciddi ve her biri bu iktidarın sebep olduğu, varoluşumuza ve huzurumuza dair konularımız var.
Bu ülkede yoksulluk var. Türkiye’de toplam nüfusun üçte biri, 0-17 yaş nüfustaki her 10 çocuktan 4’ü, yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında.
Resmi açıklamalara göre 7 milyon 700 bin çocuk bu ülkede yoksul. Yatağa aç giriyor, aç uyanıyor, okula aç gidiyor. Her yıl sayısı bile bilinmeyen binlerce çocuk kayboluyor.
Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 19 bin 831 TL olmuş ama ücreti bu rakamın altında on milyonların ülkesi olduk biz.
Sömürülmek için bile önce yaşamak gerekiyor.
Bu ülkede eşitsizlik var. Bu ülkede emeğin adeta ayaklar altına alınması var.
Asgari ücret her seferinde açlık sınırının altında kalıyor.
Her yıl yaklaşık iki bin işçimiz iş kazalarında hayatını kaybediyor.
İş kazalarında Avrupa'da lideriz, dünyada ise ilk üçteyiz.
Böyle bir ülkede yaşamak nasıldır diye sorsam, her gün ölümle yaşam arasında sıkışıp kalan on binlerce işçi, biz akşam eve ekmek götürmeye değil, canlı gitmeye çalışıyoruz diye haykırır.
Ve tüm bu vahamet karşısında, ülkede emek sömürüsü var demeye dilim varmıyor; çünkü sömürülmek için bile önce yaşamak gerekiyor.
Bu ülkede üretenin, dürüst iş tutanın cezalandırıldığı bir düzen var.
Üretmeyen her ülkede olduğu gibi bizde de zenginliğin iki ana kaynağı mevcut; devletle içli dışlı olmak ve toprağa yani ranta hükmetmek.
Bu iki unsur, bugün hâlâ en güçlü servet transferi araçları olarak hükmünü sürüyor. İşçinin alın teri kurumadan, vergisini kesmekte usta olanlarla iş birliği yapan bir düzeni teşvik ediyorlar. Asıl amaç milyonlarca, milyarlarca liralık vergiden kaçınmak.”
Bir de Dervişoğlu, ‘kapalı nüfus sayımı’ önerisinde bulunarak, “Bütün bu kaçakların tespiti ve sınır dışı edilmesi için, Sokaklarda onlarca suç kaydıyla toplumu enfekte eden ne kadar sapık, suçlu, firari varsa tamamının tespiti ve cezaevine gönderilmesi için İYİ Parti’nin önerisi şudur: Gerekli bürokratik hazırlıkları yapın ve en kısa zamanda mümkünse 3 Kasım 2024 ‘te, 24 yıl sonra yeniden bir kapalı nüfus sayımı yapalım. Bu kadar kaçak ve suçlunun dışarıda elini kolunu sallaya sallaya gezdiği bir memlekette kapalı yani sokağa çıkma yasaklı nüfus sayımı bir seçenek değil zorunluluktur. Her gün güvende olmak için, bir gün evde kalmaya razıyız. Kapalı Nüfus Sayımı önerimizi kamuoyunun dikkatlerine arz ediyoruz” dedi ki yürekten katılıyorum...