Önümüz seçim…

Sadece yerel seçim değil, iktidarı, muhalefeti, ülke siyasetini ve ülkenin geleceğini belirleyecek, yarınları dizayn edecek bir seçim…

Hem de iktidara önceki seçimde ‘İstanbul’u alan Türkiye’yi alır’ dedirtecek kadar önemli bir seçim…

Şimdiden anlaşılıyor ki, bu seçimde de yine ‘yumuşak karnımıza’ vuracaklar.

Nedir yumuşak karnımız? Farklılıklarımız…

Sağcılığımız-solculuğumuz, milliyetimiz-etnik kökenimiz, dinimiz-mezhebimiz, nereli olduğumuz, hangi okullarda okuduğumuz, tuttuğumuz takım vesaire…

Bu farklılıklarımızın en kullanışlı olanı hangi partili oluşumuz ve bir de din anlayışımız…

Nitekim geçtiğimiz genel seçimlerde iktidar kanadının stratejisi, bize sürekli farklıklarımızı hatırlatıp, müştereklerimizi unutturma üzerine kurgulanmıştı.

Kimsenin haddine değildi elbet ama Millet İttifakına oy vereceğiz diye Ülkücülüğümüz, Kılıçdaroğlu’na oy vereceğiz diye Müslümanlığımız sorgulanır olmuştu,

Neden? Ülkücünün yeri MHP imiş!

Neden? Bir Sünni Müslüman asla bir Alevi’ye oy vermezmiş!

Her iki iddia ve itham konusunda tarih ve ahirette Yüce Mevla hükmünü verecektir elbette, O Allah ki hüküm verenlerin en hayırlısıdır! Gerisini kendinden şüphesi olanlar düşünsün…

O seçimde de Millet İttifakı’na oy verme sebebim her türlü siyasi mülahazanın üzerindeydi.

O Millet İttifakı ki bir hedef üzerinde bu milleti müşterek bir iddiada buluşturdu, hangi partili olduğum teferruattır.

Birbirine benzemez altı partinin, Türkiye’yi yeniden parlamenter sisteme döndürme hedefi, her türlü dünyevi ideoloji, görüş ve parti mensubu olmanın çok çok üzerinde ve çok çok anlamlıydı benim için.

Kaldı ki bir partiye gönül vermenin, bir davanın peşinde koşmanın anlamlı olması için derhal parlamenter sisteme dönüşümüz kaçınılmazdı, olmazsa olmazımızdı. Çünkü bu ucube sistemde parti tutmanın ve partiler arası mücadele etmenin anlamını bırakmadı.

Siyaset yapacak bir mecra bulamadıktan sonra kimin ne olduğunun ne önemi var ki?

Tut ki futbolcusunuz, futbola bayılıyor, top oynamak istiyorsunuz ama oynayacağınız rekabete açık, futbol kurallarının tam manasıyla uygulandığı bir alan yok. Bundan keyif alır mısınız?

Çocukluğumu hatırlıyorum da en önemli hastalığımız top oynamaktı. Lakin top o yıllarda ulaşılmazdı, herkeste olmazdı. Top sahibi de inadına şımarık, bencil, egosu yüksek bir şerefsiz olurdu.

Kasap kedisi gibi evinin önünde bekleşirdik beyefendinin keyfi yerine gelsin de topunu alıp çıksın diye. Nihayet çıkardı ama takımları o kurardı, en iyi oyuncuları kendi takımına alırdı, kuralları o koyardı, gol mü değil mi o karar verirdi, maçın ne zaman biteceği de onun keyfine bağlıydı.

Şimdi kim bu şekilde top oynuyor olmaktan dolayı mutlu olur? Hiç kimse. Ama çaremiz yoktu.

Mevcut ucube sistem de buna benziyor. Takımları oluşturmuşuz, maç yapacağız, birbirimize rakip olacağız, birbirimizle mücadele edeceğiz ama bir bakıyoruz ki Futbol Federasyonu bir takımın uhdesinde, Merkez Hakem kurulu emrinde, sahaya çıkan hakemler o takımın fanatik taraftarı gibi davranıyor, gol olup olmadığına kimin galip geleceğine bile o karar veriyor. Bundan keyif alır mısınız?

İşte bunun için önceliğimiz siyasi rekabet yapabileceğimiz bir zemin oluşturmaktır.

Millet İttifakını bunun için önemsedim.  Altılı benzemezler Demokratik kurallar işlesin, siyaset yapabileceğimiz bir mecra oluşsun sonra biz yine birbirimizi yeriz anlayışında bence bir beis yoktu.

Herkes partisine bağlı, ideolojisine sadık, kimse yanaşma değil, kimse ötekileşmiyor ve onlar yine altı benzemez ama tek dertleri siyasi rekabet ortamı oluşsun, siyasi partilerin bir anlamı olsun talebi bu yüzden bende karşılık bulmuştu.

Haliyle bu saatten sonra Millet İttifakı üzerinden oluşan ‘asgari müştereklerde buluşma’ duygumuza zarar verenlerle işim olmaz.

Dilerim ki İstanbul seçimlerinde tarih tekerrür etmesin.

Hangi tarih, hangi tekerrür? Aktarayım…

Recep Tayyip Erdoğan bu ülkeye ve Türk siyasetine o İstanbul seçimlerinin hediyesidir!

Peki nasıl kazandı, biliyor musunuz?

Siyasetteki parçalanma ve toplumsal bölünme sayesinde…

1994 İstanbul seçim sonuçlarını şöyle oluştu;

Recep Tayyip Erdoğan (RP) yüzde 25.1, İlhan Kesici (ANAP) yüzde 22.1, Zülfü Livaneli (SHP) yüzde 20.3, Bedrettin Dalan (DYP) yüzde 15.4, Necdet Özkan (DSP) yüzde 12.4…

İki tane bölünmüş merkez sağ partinin toplam oyları yüzde 37,5 ederken, ikiye bölünmüş sol oyların toplamı yüzde 32,7 ederken, bölünmenin, parçalanmanın eseri olarak aradan Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25,1 oyla İstanbul belediye başkanı oldu.

Benim Erdoğan’la bir meselem yok diyenler için bu uyarının da bir anlamı yoktur.

Ama benim Recep Tayyip Erdoğan ile meselem var kardeşim, ben ondan ve yarattığı düzenden şikayetçiyim, ben onun siyaseten yenilmesi için elimden geleni yapacağım diyenler, bu uyarımı dikkate alsınlar ve tarihin tekerrür etmesine izin vermesinler.