Bugün hatırlanması gereken önemli bir gerçeği ele alacağız. Bu da ekonominin bir toplum bilimi, bir sosyal bilim olduğu gerçeğidir. Yani doğa bilimleri kadar kesin kuralları olmayan, insan davranışları ekseninde değişen teoremlerle kendini sürekli revize edebilen bir disiplindir. Ve ekonominin temelinde insan vardır, kurallar değil. Kurallar insanların davranışlarının modellenmesinden türetilir.
Ve bu modeller insan davranışlarının “normal” ve “tutarlı” seyrettiği süre boyunca referans alınabilecek modellerdir.
Peki, bunu hatırlamamız neden önemli diye soracak olursak “içinde bulunduğumuz sorunların temelinde yatan sebeplerin ne olduğunu anlayabilmemiz” için cevabını verebiliriz.
Şimdi şunu bir düşünün. Güvenmediğiniz insanlarla ilişki kurabilir misiniz? Ya da onlarla ticaret yapar mısınız? Bir şey emanet eder misiniz? Cevap elbette hayırdır değil mi? Ya da bir insana güveniniz azalmaya başlarsa ondan yavaş yavaş uzaklaşmaz mısınız? Kendinizi parça parça çekmez misiniz? Bu sefer de cevap pek ala evettir. İşte bu durum ekonomi için de böyledir. Güven iyi bir ekonomi için en önemli unsurdur.
Yanda 2018 ve 2017 yılı tüketici güven endeksi (insanların ekonominin olumlu mu olumsuz mu gideceğine dair bilgi veren istatistik) grafiğini görüyoruz. 2017 Aralık ayında 65,1 ‘den 2018 başında 72,3 seviyesiyle bir başlangıç. Yani beklentiler kısa bir süre için de olsa iyileşmiş. Fakat 2018 ‘in sonuna geldiğimizde 2017’nin de altında bir durumla karşı karşıyayız. İşin daha da acı yanı 2019 un ilk iki ayında da veriler daha da düşmekte ve olumsuz beklentilere sahip insanların sayısı artmakta.
Bunun neticesinde insanlar harcamalarında azalmalara gidecek, bunun öngören yatırımcı da yatırım yapmaktan çekinecektir. Nihai sonuç da maalesef daralma olacaktır.
Bunun pek ala sebepleri var. Sosyal sebepler!
Toplumsal kutuplaşmanın her geçen gün artması bunun en önemli sebeplerinden biri. İnsanların birbirlerine güvenmediği, kendisi gibi düşünmeyeni hain ilan ettiği bir toplumda, güvenin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum ise beraberinde her türlü riski de getirmektedir. Pek ala ekonomik riskleri de!
Yazının başında ekonomik modellerden bahsettik. “Normal” seyirde kullanılabilecek modellerden. Şimdi soralım: Biz bu modellerle alakalı ne yaptık?
Cevap: Yapılmaması gereken her şeyi yaptık.
Vergi aflarında her seferinde bir daha af yok dendi, her seferinde tekrar af çıktı. Affedileceğini bilen vergi kaçırmaya başladı ve vergi kaybı yaşandı.
Liberal ekonomi dedik. Serbest piyasaya ısrarla polisiye müdahalelerde bulunduk. Soğan deposu bile basıldı ve stokçu diye aşağılandı insanlar. Kurallar hiçe sayıldı. Algı yanlış yönlendirildi.
Sürekli ekonomik planlar açıklandı. Ama zaten nasıl ulaşılacağı açıklanmayan hedeflerin hiçbirine ulaşılamadı. Güven yitirildi.
Tüm bunlar olurken sürekli başkaları suçlandı. Yanlış yapmak serbestken, yanlış demek suç oldu.
Sonunda ne olacaktı! Ne bekliyorduk!
Kendi içinde kutuplaşmış, güvenini yitirmiş bir toplum olarak biz bütün kuralları bozduk. Şimdi de önümüzü göremez olduk!
Rasyonel kelimesi; uslu, akla yatan, mantıklı gibi anlamlara gelirken irrasyonel kelimesi; mantıksızlığı ifade eder. İrrasyonel ekonomi dememin sebebi de buydu.
Bu kadar mantık dışı şey varken, bu denli büyük bir güvensizlik varken, burada hangi veriyi yorumlayıp, nasıl bir tahminde bulunalım? Ne kadar doğru olduğunu dahi bilmediğimiz veriden hangi hatalı sonuca varalım?
En iyisi biz problemin köküne inip, tekrar akıllanalım. En iyisi biz yine “BİZ” olalım. Temeli onarıp gerisine sonra bakalım.
Aksi halde bu ayrılık bizi yok eder gayrı!