Hani hiç beklemediğin bir anda olmayacak bir iş başına gelir ya. İşte Türkiye’de öyle gariplikler öyle olmazlar yaşanıyor ki anlayana aşk olsun. Önce 7 Haziran 2015 seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo iktidar tarafından demokratik teamüllere uygun kabullenilmedi. Bir ay boyunca iktidar partisiyle ana muhalefet partisinin koalisyon görüşmelerinden sonuç alınmamıştı. Muhalefet partileri de farklı siyasi görüşleri nedeniyle koalisyon kurmayacaklarını ifade ederek erken seçimin yolu açtılar. İşte ne olduysa o noktadan sonra oldu. Patlayan bombalar, suikastlar, engellenemeyen şiddet eylemleri sonucunda 1 Kasım 2015 seçimlerinde değişen halkın tercihi oldu.
15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü bir kez daha devletin, iktidarın, uluslararası ilişkilerin toptan bozulmasının zemini oldu. İlan edilen “Olağanüstü Hal” ile demokratik mekanizmalar tırpanlandı. Bozulan çarkların düzene sokulduktan sonra kaldırılacağı ifade edilen OHAL bugüne kadar 6 kez uzatılarak normalleştirildi. OHAL rejimi altında tartışmalı bir anayasa referandumu ile devletin kuvvetler ayrılığı üzerine kurulu parlamenter demokrasisi değiştirilerek başkanlık rejimine geçildi. Şimdi yasama, yürütme ve yargı erklerinin hukuken olmasa da fiilen tek otoriteye bağlı çalışma pratiğine tanık oluyoruz.
Uzunca bir süredir yazılı ve görsel basın yayın üzerinde muhalif olmayı engellemeye dönük bir baskı oluştuğu biliniyor. İktidar karşıtı yazı, haber, yorum gibi halkın doğru bilgilenmesi yerine sanki tek merkezden yayılan haber ve yazılarla toplum yönlendiriliyor. Sosyal medyanın sürekli görünmeyen eller tarafından denetlenerek muhalif paylaşım yapanlar cezalandırılıyor. Artık sanal ortam doğum günü ve ölüm ilanlarına dönüştü. 12 Eylül 1980 darbesini aratırcasına baskı politikaları şimdilik hedefe ulaşmış gibi görünüyor. Metroda konuşanlar evlerinden alınıyorsa, konserde edilen iki çift eleştiri hakaret kabul edilip mahkum ediliyorsa insan olmanın onurunu içimizde yaşayıp alışıyoruz sanılabilir. Ancak ekonomide doların hareketliliği, yakıt başta olmak üzere fiyatların artması, şeker fabrikalarının satışı, ithale dayalı tüketim politikasının ortaya çıkaracağı sonuçları kabul etmeye de alışmaya da itiraz edecek bir gençliği evinde tutabilmek hayli güç olacaktır.
Yüz yıllarca kader birliği yapmış bir toplumu siyasi gündemin ağırlığı ortadayken konuşmaktan, düşünce üretmekten, tepki ve taleplerini demokratik yollardan ortaya koymasından alıkoymak büyük bir yanılgıdır. Geleceğimiz açısından tek sarılacağımız kuvvet kaynağı demokratik kurallardır. Toplumu ayrıştırma çabaları, birbirine karşı ulvi değerler gibi koşullandırmalarla ihbar mekanizmaları oluşturmak bir sonraki sayfaya olumlu dipnotlar bırakmayacaktır.
Geçtiğimiz hafta içinde merkez medyanın amiral gemisi olarak adlandırılan Doğan medyanın el değiştirmesi bir kez daha neler oluyor? Sorusunu akıllara getirmiştir. Medya üzerinde etkili bir baskı yönteminin vergi cezaları olduğu öteden beri bilinmektedir. Doğan gurubunda da televizyon program yapımcıları, sunucular, köşe yazarlarının ceza tehdidiyle çıkarıldığına çok tanık olmuştuk. Buna rağmen toptan iktidar yanlısı bir guruba satılması halkın güven kaygılarını artıracaktır. Yine aynı gün torba yasa ile sanal ortamdaki her türlü yayının RTÜK tarafından denetlenmesini sağlayan yasal düzenleme yapıldı. Bunun anlamı da halkın her taraftan kuşatılması yani bir kalıba sokulmasıdır. Hukuk devleti ve denetleme yollarını ortadan kaldıranlar toplumun her şeye alışmasını isteyenlerdir. Böyle düşünenlerin tarihte yanılgıları çok keskin olmuştur.
Önümüzdeki aylarda yaşam ve yönetim biçimimizi, birliğimizi ve gelişmemizi belirleyecek üç seçim yaşayacağız. Halkın tercihinin sandığa en doğru yansıması geleceğe güvenli bakmamız için gereklidir. Ancak çıkarılan seçim yasası tartışmalıdır. Muhalefetin kaygıları giderilmeden tek yanlı hazırlanan bu yasa seçim olmadan sonuç doğurmaya müsait olmuştur. Toplumun beklentisi gerekli düzenlemeler yapılarak “milli iradenin” doğru tecelli etmesidir.