ADALET HERKESE LAZIM!

Tepki deyince şahsıma yönelik tepkiler de var. Önce onlardan söz edeyim.

Beyler! Adalet mekanizmasının verdiği bir karar, ideolojik önyargılarla. İdeolojik saplantılarla değil adli ve insani olarak değerlendirilmelidir.

İdeolojik anlamda sevmediğim, görüşlerini beğenmediğim insanların bugün siyasallaşmış yargı ile terbiye edilmeleri, ‘hukuk sopası’ ile dövülmeleri, sırf rakiplerim olduğu için beni sevindirmez. Sevinen de namerttir!

Rakiplerime başkalarının attığı gol üzerinden sevinecek kadar alçalmadım, alçalmam!

Kaldı ki bugün yaşadığımız hadiseler, sarı ineği aç kurtlara kaptırma hikayesine benzer.

Ben onun insani versiyonunu anlatayım;

Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni olan üç arkadaş bir gün yola çıkıp yürümeye başlamışlar. Ermeni olan aynı zamanda papazmış ve üzerinde de papaz kıyafetleri varmış.

Sıcak yaz günü yolda ilerlerken susamışlar, dilleri damaklarına yapışmış. Etrafta su yokmuş ama yollarının üzerinde üzüm bağları varmış. Bakmışlar susuzluğa çare yok, şu bağlardan birisine girelim de iki salkım üzüm yiyelim demişler.
Bir süre sonra bağın sahibi Türk çıkagelmiş. Üzümlerinin yendiğini görünce çok sinirlenmiş. Pataklamak istemiş bu üç arkadaşı. Ama üçünü birden dövmesi zor tabii...
Birinin kıyafetinden papaz ve Ermeni olduğunu; diğerinin konuşmasından Kürt olduğunu; üçüncünün de Türk olduğunu çakmış hemen. İlk önce gözüne Ermeni’yi kestirmiş. “Ulan” demiş, “Bu Türk’tür benim kanımdandır. Bu Kürt’tür benim din kardeşimdir. Sana ne oluyor da benim üzümümü yiyorsun.” Sonra da bir güzel pataklamaya başlamış papazı. Türk’le Kürt bakmışlar kendilerine çıkan bir fatura yok. Arkadaşlarının yediği dayağı seyretmişler öylece.
Bağın sahibi papazı iki seksen yere serdikten sonra, bu defa Kürt’e dönmüş. “Tamam” demiş “Anladık Müslüman’sın da neden izin almadan bağıma giriyorsun? Bu adam Türk o benim kardeşim de, sana ne oluyor?” Ardından pata küte yere sermiş Kürt’ü de...
Sıra Türk’e gelmiş. “Tamam anladık Türk’sün. Aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi” demiş, bir güzel ona da girişmiş.
Türk de yediği yumruklarla yere düşünce Kürt’e dönmüş ve “Biz” demiş “Papazı dövdürmeyecektik.”

Bilmem anlatabildim mi?

Gelelim tepkiler, önce hukukçular konuşsun, ki işin erbabı onlar…

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ;

Kamuoyunda “Gezi Davası” olarak bilinen, aralarında Osman Kavala’nın ve Soma davasından Çorlu tren kazasına, Aladağ yangınından Berkin Elvan dosyasına kadar pek çok toplumsal davayı takip eden TBB Çevre ve Kent Komisyonu üyesi meslektaşımız Av. Can Atalay’ın da bulunduğu on yedi kişinin 2013 tarihli Gezi Parkı eylemlerini organize ettikleri gerekçesiyle yargılandıkları davanın karar duruşması 25 Nisan 2022 Pazartesi günü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Mahkeme heyeti, Osman Kavala’nın Türk Ceza Kanunu’nun 312/1. maddesinde düzenlenen “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçu gereği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına; Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin ise aynı suça iştiraklerinin yardım boyutunda kalmış olması sebebiyle 18’er yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verdi.

13. Ağır Ceza Mahkemesi kararına karşı oy kullanan üyenin şerhinde de ifade edildiği üzere “karara esas alınan dinleme kayıtlarının kanuna ve hukuka aykırı delil niteliğinde” olduğu, dolayısıyla “hükme esas alınamayacağı”, “aksi kabul edilse dahi kayıtlarını destekleyen somut kanıtlar olmadığı ve tek başına dinleme kayıtlarının sanıkların üzerlerine atılı suçlardan mahkumiyetlerine yeter olmadığı”, yargılanan kişilerin “üzerlerine atılı suçlardan cezalandırılmalarına yeter her türlü kuşkudan uzak somut, kesin ve inandırıcı başkaca delil de bulunmadığı” dosya kapsamından açıkça görülmekteyken hükmolunan bu karar, yargının Gezi Parkı eylemlerini itibarsızlaştırmak, suçla ilişkilendirmek ve öç almaya yönelik bir araç olarak kullanılmaya çalışıldığını bir kez daha ortaya koymaktadır. Ceza kararını veren heyetin bir üyesinin, davada müşteki konumunda bulunan siyasi iktidar sahiplerinin mensup oldukları partiyle açık organik ilişkisinin bulunması, tarafsızlık görüntüsünü ortadan kaldıracak sosyal medya paylaşımları yapmış olması, yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir yargı organı tarafından adil yargılanma ilkelerine uygun olarak yürütüldüğü konusunda ciddi şüpheler doğurmakta ve kamu vicdanını, adalete güven duygusunu zedeleyecek bir sonuca yol açmaktadır.

Gezi Parkı yargılamalarının çok sayıda hukuki ilkeyi çiğnediği uluslararası pek çok hukuk raporuna ve nihayet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Osman Kavala ile ilgili verdiği karara yansımışken, AİHM’in tutukluluk tedbiriyle ilgili olarak “somut ve meşru delillere dayanmadığı” değerlendirmesi ortadayken, AİHM’deki dosyayla ilgili olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ihlal süreci başlatmışken, yeni bir delil değerlendirmesi söz konusu olmadan verilen cezalar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan temel niteliklerini ve özellikle insan haklarına saygılı, hukuk devleti olma niteliğini bir tartışma konusu haline getirecek sonuçlar doğuracaktır. Buna hiçbir makamın veya organın hakkı da yetkisi de bulunmamaktadır.

Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı demokratik tüm haklarını kullanan insanların ve onları savunan avukatların vazgeçilmez hakkıdır. Bu hak insan hakları mücadelesinin vazgeçilmez temelidir. Savunma bu mücadelede vardır ve hep var olacaktır. Türkiye Barolar Birliği olarak yurttaşların adil yargılanma hakkına riayet eden, bağımsız ve tarafsız bir yargının inşası için mücadele etmeyi sürdüreceğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız.

Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı

ANKARA BAROSU;

“Gezi eylemleri ülkemizde ifade hürriyetinin en yalın ve doğrudan kullanıldığı dönem olarak tarihimizdeki yerini aldı. Bu eylemlere ilişkin yapılan yargılama ve neticesinde dün verilen karar toplumun vicdanında kabul görmeyen hukukla ve adaletle bağdaşmayan bir karardır. Maalesef hukuk devleti olma vasfını günbegün kaybetmekteyiz. Siyasi mülahazalar yargı eliyle hüküm haline getirilmekte, yargı günlük siyasi politikaya alet edilmektedir. Bu durum kabul edilebilir değildir. Anayasal hakkın kullanımından ibaret olan eylemin anayasal bir suç olarak vasıflandırılması suretiyle, anayasal hakkını kullanan bireylerin sanık sandalyesine oturtulması ve toplumun adalet duygusuna meydan okurcasına mahkum edilmesi; kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulandığı ve yargının bağımsız olduğu bir hukuk devletinde mümkün değildir. Gezi, vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerinden olan toplantı ve gösteri yürüyüşünü etkin bir biçimde kullandığı bir eylem olup temel hak ve özgürlüklerini kullanan vatandaşlarımızın sanık sandalyesine oturtularak mahkum edilmesi, toplumun vicdanında kabul görmemiş ve vatandaşlarımızın hukuka olan inancı bir kez daha ağır bir yara almıştır. Yargılamanın her aşaması ve sonunda verilen karar hukuk tarihimize sürülmüş kara lekedir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet bu lekeyi elbette silecektir; ancak bu lekeyi sürenlerin toplum vicdanındaki mahkumiyeti ve tarihin karanlık sayfalarındaki yeri baki kalacaktır.

Cumhuriyetimizin ihtiyacı olan; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ancak ifade özgürlüğünün korunduğu ve cezalandırılma tehdidi altında olmadığı demokratik bir hukuk devletinde yetişecek ve varlığını sürdürecektir.

Ankara Barosu olarak hukuksuzluğun ve adaletsizliğin dün olduğu gibi bugün ve yarın da tam karşısında olacağımızı tüm kamuoyuna bildiririz.”

İZMİR BAROSU;

“Hukuk adına, demokrasi adına, insan hakları adına, özgürlükler adına bir utanç gününü daha sonlandırıyoruz. Verilen mahkumiyet kararları hukuka aykırı delillere, varlığı ispatlanamayan tanıklara dayandırıldı. Bugün verilen mahkumiyet kararının , hukukla ilgilisi yok. Karar; bu ülkede özgürlük isteyen, demokrasi isteyen, hukuk devleti isteyen insanların baskı altına alınmasıyla, onları umutsuzluğa sevk etmekle ilgili bir davanın sonunda verildi ama ben size açık söyleyeyim; asla vazgeçmedik, asla teslim olmadık, asla biat etmedik ve etmeyeceğiz.

Gezi’nin bir davaya indirgenemeyecek kadar büyüktür. Gezi bu ülkenin umudu, milyonlarca insanın özgürlük çığlığı. Bugün hala Gezi’de o ağaçlar dimdik duruyorsa; bu, milyonlarca insanın sokakta olmasıyla, milyonlarca insanın bu zulme, bu karanlığa karşı çıkmasıyla mümkün olmuştur. Hiçbir mahkeme kararı, hiçbir mahkumiyet bu konudaki mücadeleyi yok saymaya, değersizleştirmeye, bu konudaki çabayı ortadan kaldırmaya yetmeyecek.

Gezi hiçbir zaman kişilerle bağlı olmadı çünkü Gezi, bu ülkenin yurttaşlarının özgürlük ve demokrasi feryadı, özgürlük ve demokrasi mücadelesi oldu.

Elbette bugün, tıpkı sizden öncekiler gibi, atanmış mahkemelerde mahkumiyet kararları verebilirsiniz. Ama bilin ki bu kararların altına imza atanlar, bu talimatları verenler, yargıyı bağımlı hale getirenler; mutlaka ve mutlaka bunun hesabını verecekler. Suçsa söyleyeyim: Gezi’de ben de sokaktayım. İnanıyorum ki burada bulunan herkes sokaktaydı. Gezi’de hepimiz direnişteydik. Direnmeye de devam edeceğiz. Biz Geziciyiz, onlar gidici.”

Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulu üyesi Av. Ercan Demir de şöyle konuştu;

“İzmir Barosu olarak, başından sonuna Gezi direnişinin içindeydik. Bu tutuklamalara; insani, hukuki ve vicdani olarak seyirci kalmamız mümkün değil. Gezi yargılamalarını belki kitlesel bir duruşla engelleyememiş olabiliriz ama hepimiz bunun parçasıysak; artık cezalandırma ve tutuklama karşısında, arkadaşlarımızın yanında, mücadelenin içinde olmamız gerekiyor. Taksim Dayanışması üyesi arkadaşlarımızın tutuklanması dışında; Gezi mücadelesinde yer alan herkesi, arkadaşlarımızı, bu mücadeleye yeniden çağırmak zorundayız. İktidarın yargı eliyle yarattığı bu zulümden korkmadığımızı, Can Atalay’ın haykırdığı gibi haykıracağız.”

AVUKAT TURGUT KAZAN;

“Türkiye’de yargı hem kalite hem bağımsızlık konusunda ne yazık ki hukuk devletinin temel direği olmaktan çıkmıştır. 12 Eylül 2010 referandumundan beri biz bu süreci yaşıyoruz. Yargı, siyasetin hamlelerine göre iş bitiriyor. AİHM kararına karşı ‘Biz hamlemizi yapar işi bitiririz’ denildi. Oysa yargı ne hamle yapar, ne hamle aracı olur ne de iş bitiricidir. Yargı iş bitirici değil, adaleti tesis edecek bir kurum olması gerekir.5 yıl sonra Gezi olaylarının temel davası, AİHM kararlarına atıf yapılarak beraatle sonuçlanmıştır. Gezi’deki hareketin ya da suçlanan şeyin, bir gösteri hakkı olduğu vurgulanmış ve gösteri hakkının kullanılmasının yasaklanamayacağı belirtilmiştir.

AİHM, kararlarına göre Gezi hareketine önderlik yapan insanlar hakkında beraat kararı vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı o beraat kararını görmüş ve doğru bulduğu için temyiz etmemiştir. Hukuk devleti, 5 yıl bekleyip insanı sorguya çağırmaz. Suçluysa, bu kadar yazılıp çizildiyse ben 5 yıldır bunu çağırmadım şimdi çağırırsam bana ne derler diye düşünmesi gerekir. Bu düşünülmüyor çünkü yargı siyasal hamle için bir araç olarak, iş bitirmek için kullanılıyor. O yüzden bu durum seçim için kullanılır, en çokta seçim için kullanılır. Çünkü bir düşman yaratmak gerekir.”

AVUKAT CELAL ÜLGEN;

“Eskiden Samanyolu Televizyonu haber yaparak alt yapısını hazırlar ve savcılar da bundan vazife çıkarır ve yakalama kararları, dinleme kararları ve tutuklama kararları çıkartmak için mahkemelere başvururlardı. Şimdi iktidara yandaş ve candaş A Haber’in bu görevi üstlendi.

Bir defa hiç kimse Gezi olaylarını FETÖ’ye ve Soros’a bağlamaya yeltenmesin. Gezi olayları sırasında FETÖ’cü savcı Mumammar Akkaş’ın Mehmet Ali Alabora’nın da aralarında olduğu isimler hakkında başlattığı soruşturmayı, FETÖ’den tutuklanan dönemin İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürü Nazmi Ardıç’ın uyguladığı herkes tarafından bilinmektedir.

Kimse iktidar istedi diye FETÖ’cü de olmaz Soroscu da.

Bu nedenle Gezi olayındaki toplumsal direnişi küçültmek, sonradan Gezi’ye yapılan sızmaları öne sürerek Gezi olaylarının tümü ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini engellemeye teşebbüs etmek’ suçlamasını yapmak nafile bir çaba olup gerçekler çamur ile sıvanmayacaktır. Mehmet Ali hangi güç ve elverişli silahla bu işi yapmıştır? Gezi olayları bugün Fransa’da örneği görülen ‘sarı yelekliler’ olayının bir benzeri hatta öncüsüdür. Genç bir nesilin yeşile, doğaya sahip çıkması, haklarını savunmasıdır. Mehmet Ali Alabora hakkında yakalama kararı çıkarmak yerel seçim öncesi AKP’nin seçmeni konsolide etme çabasıdır. Mehmet Ali Alabora da bir genç olarak bu direnişte yer almış herhangi bir örgüte mensup olmayan yurtsever bir gençtir. Bu tür yakalama kararları yargımızın içinde bulunduğu bağımsızlık sorununun siren sesleridir.”

HUKUKÇU İBRAHİM KABOĞLU;

Gezi davasında verilen hapis cezaları kabul edilemez. Gezi demokrasinin postmodern mantığını temsil ediyor. Tamamen demokratik, barışçıl bir hareketti. Kitlelerin hareketiydi. 10 yıl sonra yeniden yeniden beraat etmiş, hiçbir şekilde suç oluşturmadığına karar verilmiş dosyaları tezgâhlayıp bu şekilde hapis cezalarına çevirmek Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yargı organları açısından yüz kızartıcı bir durumdur. Ben de hukukçu olmaktan utanç duyuyorum. Bunu ancak politik, demokratik hukuk devleti yolundaki mücadeleyle aşabiliriz. Kabul edilemez bu.”

SİYASİ PARTİLERİN DEĞERLENDİRMESİ;

Kararın hukuki olmaktan ziyade siyasi olduğundan yola çıkarak, siyasetçilere de mikrofon uzatmak lazım elbette…

Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Seçim ve Hukuk İşleri Başkanı Bülent Kaya, davanın tartışmalı olduğuna dikkat çekerek, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konuda kararları var. Siyasallaşan bir dava. Kararın gerekçelerini görmek lazım ama bu dava uzun zamandır kamuoyunda tartışılıyor. Hukukiliğinden ziyade siyasi yönü tartışılan bir davaydı" ifadelerini kullandı.

Saadet Partisi Sözcüsü Birol Aydın da Twitter hesabından şu paylaşımı yaptı: "Tüm kişi ve davalar için söylüyoruz: Önce Adalet, Herkes için Adalet, Her daim Adalet… Adalet kurumunu siyasallaştıran ve adaletsizliği kurumsallaştıran hiçbir iktidar payidar olamaz!"

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel;

“Burada sonlanan davada hukukun ve adaletin gereği yapılmadı. Sadece ülkeyi yöneten bir adamın gönlü yapıldı. Verilen kararları tanımıyor. O mahkemeler önce kanunlardan sonra anayasadan alıyor gücünü. Kuvvetler ayrılıklarını ayaklar altına alan birisi kendi meşrutiyetini ortadan kaldırıyor. Ağaçları kurtarmış bir protestoyu şeytanlaştırma, ötekileştirme ve hedef göstermenin son noktasıdır. Herkesin adalet talebinin kanını emerek biraz daha yaşamaya çalışmaktadır. Adaletin kanını emen bu vampire tek başımıza gücümüz yetmez ama hepimizin gücü yeter."

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu;

iş insanı Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen davada açıklanan hüküm usul ve esas yönünden hukuksuzdur. Gezi Davası olarak bilinen davada, Osman Kavala hakkında hukuksuzluk sarmalına son bir utanç daha eklenmiş ve Kavala daha önce beraat ettiği suç kapsamında bu defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Temelsiz ve trajikomik iddialar sonucunda verilen söz konusu karar, hukuki öngörülebilirliği ve hukuki güvenilirliği ortadan kaldırmakta, Anayasa’nın temel haklara ilişkin güvencelerini anlamsızlaştırmakta ve demokratik değerleri tahrip etmektedir.

Kavala’ya hukuki kriterler yerine komplo teorileri üzerinden ağır bir cezanın verilmesinin hukuki hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Gelinen noktada, kin ve intikam alma güdüsüyle en temel ceza hukuku kurallarına bile aykırılık teşkil eden yargılamalar sonucunda haksız mahkûmiyet kararlarının verilmesi, iktidarın yargı üzerindeki tahakkümünün sonucudur.”

İYİ Parti Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Bahadır Erdem;

“Gezi davası AK Parti’nin bir intikam davasıydı. Gezi’deki yeşili savunan muhalif seçmenden AK Parti çok korktu. Bu da bir anlamda AK Parti’nin intikam davası olarak bunca zamandır sürdü. AHİM kararına rağmen Osman Kavala tutuklu olarak yargılandı. Bugün de ağırlaştırılmış hapis cezası veriliyor. Diğer sanıklara da 18 er yıl veriliyor. Bir hukukçu olarak bunu hukuka ve adalete sığdırmanın mümkün olmadığını düşünüyorum.”