Hikayelerin tutsaklarıyız biz, aslında bir nevi; gönüllü esaret!

Doğuyorsun;

adına, dinine, takımına, ideolojine, okuluna, mesleğine karar veriyorlar...

Sanki birşey seçiyormuşçasına bu illüzyonu yaşıyorsun.


 

Hayatta kalmak için her gün başkasına para kazandırdığın bir işe gitmen gerektiğini söylüyorlar.

Buna iş diyorlar, kariyer diyorlar, başarı diyorlar, ilerleme diyorlar bildiğin bir illüzyon.

Ve Günümüz proletaryası çift ruhlu.;

Kimimiz parasizliğın kölesi, kimimiz paranın kölesi oldu.

Yani her halükarda kendi tercihin olmayan şeyleri yaparak ölüyorsun.


 

Bak bu da; modern-dijital kölelik için güzel bir illüzyon, kenarda dursun:

“♥️”


 

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir erkeğe nazik davrandığında korkak, bir kadına nazik davrandığında asıldığını yâ da aşık olduğunu düşünüyorlar.

Bu da; kötülüğün illuzyonu..

Birbirini ego duvarlarının çatlakları arasından izleyen yaramaz çocuklar gibiyiz her birimiz, zehirli önyargı çiçekleriyle süslü bir bahçede çamurda yuvarlanan..

Ne olmuş olursan ol, insanlar seni nasıl tanımlarsa o oluyorsun hikayenin sonunda...


 

Kemiklerim kırılırcasına bir acıyla katlanıyorum sanki var olmak uğruna.

Tercih ettiğimi zannetiğim hiç bir durumda,

herhangi bir irademin olmadığını anlayalı çok oldu.

nedensellik zincirine prangalı; hür iradeden bahseden sesimi kısıyor;

ur bahçesine dönmüş, manevi urganla daralan boynum.

Celladımın şehvet öpücüğüne kandım zamanında, ölümüme acımıyorum .

Yok olamamanın cesaretsizliği ile , var olmanın umutsuzluğu arasında sıkıştım, manevi bir mengenenin kıskacındayım..

İçimde tarif edilemez bir hiçlik istenci var,

Ve Varoluşun kronik sancılarıyla kıvranırken

Sanki yaşadığım her an;

İki cehennem arası araftayım.


 

Sanırım Satre’ın da dediği gibi:

“Toplum tedavisi olmayan bir hastalık”


 

лавови