Dün Bursa’da yaşanan sel felaketini hepimiz gördük. Ne demiş Ahmed Arif; ‘Nerede bir can ölse oralı olur yüreğim. Olmalı zaten, olmazsa ‘İNSAN’ olmaz yüreğim’…
Kalbimden can çıkarcasına canım yandı, kaybolan kızı için feryat figan haykıran o çaresiz babanın sesi hala kulaklarımda çınlıyor, ben haberlerde dinledim; birde buna şahit olsaydım ? Veya aynı şey benim başıma gelseydi?
Ateş nereye düşse orayı yakarmış; acı insanın başına gelmeden onu hissetmek anca insan olana yaraşır.
Elbet ki aklımda şu soru çınlıyor; Bursa’da yaşanan selin yapısal ve ya imar revizyonları açısından bir ihmali var mı?
Sonrasında aklıma güzelim memleketim geliyor; bakıyorum Sapanca’nın dağlarına, rant siyaseti mimarlarının yapılarına. Yüreğim cız ediyor; bundan tam bir yıl önceydi Dibektaş’tan Kırkpınar merkeze nehir suyu gibi öbek öbek aktı sular.
Bir sürü iş yeri zarar gördü, içlerinde benimde iş yerim vardı. Parayla düzelen şeylere üzülmüyorum; ama doğanın tahribatı ortaya çok daha ağır vakalar çıkarabilir.
Bursa’nın dün başına gelen felaketin yarın bizim başımıza gelmeyeceği ne malum? Zamanında orayı rant sağlamak amacıyla imara açanlar böyle bir olay olduğunda başlarını yastığa rahat koyabilecekler mi?
Doğra tahrip olursa, insanda tahrip olur. İnsanın hayati bulgusu olan nefes almak eylemi; doğanın bizlere sağladığı oksijen ile oluyor ve doğa bugüne kadar kendisine yapılan saygısızlığı asla affetmedi ve affetmeyecek.
Biz yokmuşuz hiç olmamışız gibi büyümektedir taze döngünün çevresi, büyüyecektir de. İnsanoğlu doğadan uzaklaşıp onu tahrip ettikçe; doğa insanoğluna acı bir intikamla yaklaşacaktır.
Tabiat kendisine elbet yürümek için bir yol bulacaktır. Ve gün gelir öyle bir yol bulur ki aklınız hayaliniz durur, size göre doğal gelen ya da insan eliyle yapıldığını bildiğiniz her şey de bu dengenin ürünüdür.
Doğa; bütün soruların yanıtının kendisinde olduğunu, anlaşılması güç seslerle bizlere fısıldıyor gibi. Henüz ne bu simgeleri ne de fısıldadıklarının anlamını çözebilmiş değiliz, halbuki çözüm bulalım diye onca afet ile karşı karşıyayken.
Tabiat öyle bir hal izliyor ki; huzuru da acıyı da bizlere yaşatabiliyor. İnsanoğlunun çağlar boyunca savaşmak zorunda kaldığı yaşamayı başarmaya çalıştığı ve bu başarıyı yine onunla sağladığı yerin ta kendisi değil mi?
Yaşamın ilk belirtileri, teknolojik çağa gelmeden insanoğlunun ilk nesillerinde doğada can bulmadı mı?
İlk yazıtlar, ilk buluşlar nereden ilham aldı? Taşın, dağın, toprağın uzun ömrü bize nesiller boyu yol göstermedi mi? Belki hala keşfedilmeyi bekleyen asırlar öncesine ait eserler var doğada.
Biz rant uğruna doğa tahribatına yol açtığımız müddetçe; gün gelecek nefesimiz kesilecek ve yine o kızını kaybeden babanın yüreğine düşen ateş bir gün bize de düşecek.
Milyon dolarlarla satılan rezidansların 80. Katında ev hapsi yaşadığımız o günlerde nasıl nefes aldı insanlar? Bizim memleketimize kaçma için elli tane takla attılar.
El insaf, doğayı tahrip etmeye kimsenin hakkı yok, bunun bedelini çok ağır ödeyebiliriz. Yarın pişman olmamak için bugün elindekilere sahip çıkmalısın.
Yarın her şey için çok geç olabilir. Kızıl dereli atasözü ile yazımı sonlandırmak istiyorum;
Doğa, bize dedelerimizden kalan bir miras değil, torunlarımıza bırakacağımız bir emanettir.
Sağlıklı günlerde görüşmek ümidiyle, sağlıcakla kalın.