Son zamanlarda sanki gerçeklerin kendisini göstermekten utandığı bir ayıbı varmış gibi görünüyor. Sanki gerçekler usulünce ifade edildiğinde bünyeye zarar verecekmiş gibi.
Buna odaklı olarak güzel bir deyim vardır; Hayallerle yaşayanı, gerçeklerle hırpalarlar diye.
Sanki gerçekler ifade edilmediğinde ebediyen saklanacakmış gibi..
kültür iklimimiz ve bu iklimin beslendiği referanslarımız bize susmamız gereken yerde susmayı tavsiye ederken konuşmamız gereken yerde de konuşmayı emreder ve bu duruşu ümmet olmanın ön şartı sayar. Konuşulacak yerde susmak suretiyle fayda temin etmeyi, takip edilen yol itibariyle mekruh kabul eder.
Peygamber efendimizin (SAV); ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ hadisi de buna yerinde bir örnektir.
Bizim örf ve adetlerimiz amaca ulaşılacak her yolu mubah saymaz. Bilakis usul-ü esasın önünde tutması gereken bizler en az amaç kadar aracıda sarraf hassasiyetiyle tartması gerekenlerdeniz.
Ontolojik açıdan bakıldığında hiçbir şey doğru ve yanlış olarak sınıflandırılamaz. Hele ki, toplumsal gerçekliğin öznesinin insan olduğu bir dünyada, bu öznenin edimlerini bu kavramlar temelinde analiz edemezsiniz.
Edilmez mi? edilir tabi ki: din, siyasal iktidar, toplum, otorite vb. belirleyicilikler neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendi bakış açılarıyla yorumlayabilir ve bu yorumu da cezai yaptırımlarla destekleyebilirler.
Bu ne kadar doğrudur? Baştan sona tartışmaya açık bir konu elbette.
Doğruların ve gerçeklerin ve hatta yanlışların bile insani menfaatleri üzerine değil; toplum faydaları ve hak unsurları çerçevesinde gelişmesi gerekir.
İnsanoğluna yakışanı budur, bizi biz yapan özelliklerin başında; kanımda adalet duygusu gelmelidir. Adalete ihtiyaç duyduğumuz son zamanlarda hakkın ve halkın yanında olmak gerek.
Ama beşeri gerçekliği anlamaya çalışan biri için doğru ve yanlış kavramları geçerli parametreler olamaz. Sorulması gereken soru şudur: "bu yanlış kimin için doğruydu?" veya "bu doğru kimin için yanlıştı?" işte bu yöntemi kabul ettiğimizde toplumsal gerçekliğin analizi için geçerli bir çerçeveyi oluşturmuş oluruz.
Çoğu insan tarafından alıştıkları şeyler doğru, yabancı oldukları şeyler yanlış olarak nitelendirilir.
Doğruları da, yanlışları da toplumsal bağlamda entegre etmek bizleri gerçekler kavuşturacaktır.
Bu konu ne zaman aklıma gelse bir Ortaçgil şarkısı çakılıyor aklımın bir köşesinde;
"sana bir şey söyleyeyim mi?
doğru yanlış yoktur.
başka yerlerden bakan insanlar var.
istediğini yap..."
Sınırsız olmayan ve mutlaka bir hesap gününün olduğu İslami hayatın ölçüsü bellidir. Etrafında bir yanlış gördüğünüzde elinizle düzeltin, buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin, ona da gücünüz yetmiyorsa imanın en zayıf noktası olarak, kalben buğz edin. Bundan da imtina edenlerin kalbinde hardal tanesi kadar iman emaresi yoktur buyruluyor.
İslam’ın ve insanlığın değerleriyle doğruları şekillendirmeli, hak terazisini bir an olsun kalplerimizden bırakmamalıyız.
Sevgilerimle, hoşçakalın.