Bugün ki Cuma hutbemiz, Timur Soykan’ın bir yazısı. Böyle hutbe mi olur demeyin, bütün bunlar yaşanırken, siz attığınız Cuma mesajlarının ve kıldığınız Cuma namazının ne kadar makbul olup olmadığını düşünün, yeter.

Esra Yücel, Şemdinli’de İran ve Irak sınırındaki 40 haneli mezrada dünyaya geldi. Babası, annesi, 3 erkek, 3 kız kardeşiyle zorlu coğrafyada zorlu bir hayat sürüyorlardı. Aşiret ve erkek egemen toplum gerçeğinde kız çocuklarının, kadınların hayatı en zorlusuydu.

Esra yaşadığı o geceyi şöyle anlatacaktı; 

“Nihat Yılmaz bir anda karşımda belirdi ve beni kolumdan tuttu. Elimdeki çöp kovasını yere düşürdüm. Veysi ve Zahir Yılmaz da Nihat Yılmaz ile birlikteydi. Beni kollarımdan ve bacaklarımdan tutarak sırtlarına alıp evimden uzaklaştırdılar, yere yatırdılar…

Veysi Yılmaz bir cep telefonu ile kamera kaydı alıyordu… Daha sonra kaydı Zahir yapmaya başladı. Eğer bu yaşanılanları anlatırsam çektikleri video ve fotoğrafları internette her yerde paylaşacaklarını, aileme göstereceklerini, beni öldüreceklerini söylediler…”

Üç adam giderken çocuğu tepeden aşağıya itti. Sabah erken saatlerde arıcılar, Esra’yı tepenin eteğinde, çalıların arasında baygın buldu. Kıyafetleri parçalanmıştı, kan içindeydi, yaralıydı. Köye kadar taşıyıp köprünün yanına çıkardılar. Esra’nın babası koşarak geldi.

Esra, ambulans ile hastaneye götürülürken yanında hem yakın arkadaşı hem de kuzeni olan Hasibe vardı. Çocuk gözünü hastanede açtığında sabaha karşı yaşadıkları gözünde canlanıyor, gözyaşı döküyordu. Ayşe hemşire ne olduğunu sorunca cinsel istismara uğradığını anlattı. Ayşe hemşire ona suçluların cezasını çekmesi için şikayetçi olmasını söyledi. Ama onların tehdidinden korkuyordu ve onları şikayet edemeyeceğini söylüyordu. Polis ifadesini alırken karanlıkta yüzünü görmediği üç kişi tarafından kaçırıldığını, yere itip tekme attıklarında bayıldığını ve başka bir şey hatırlamadığını anlattı.

Sonra dayanamadı. Annesi, babası, kardeşleri, halaları, amcalarına kendisine cinsel saldırıda bulunanların isimlerini sıraladı. Olayın üzerinden bir ay geçmişti ve ailesiyle birlikte şikayetçi olmaya karar verdiler. Yüksekova’ya gidip savcıya yaşadıklarını anlattı.

Esra yaşadıklarını anlattıktan sonra Nihat, Veysi ve Zahir Yılmaz hemen tutuklanıp cezaevine konuldu. Ancak dava bir türlü açılmıyordu.

Herkes biliyordu. Esra’ya tek kişi cinsel istismarda bulunsa bu kişiyle evlendirilir ve şikâyet geri alınırdı. Kadının hiçbir değerinin olmadığı bu coğrafyada bu kötülük daha önce defalarca yaşanmıştı ve halen yaşanıyordu.

Köy meclisi defalarca toplanmıştı. Esra’yı da zanlıları da dinlemişlerdi. Ama adalet aranmıyordu.

Zaten adaletin hiç acelesi yoktu.

Köydeki herkes biliyordu ama kimse tanıklık yapmıyordu. Baz sinyallerinden suçlanan kişilerin olay yerine çok yakın olduğu anlaşılmıştı. Esra’nın kıyafetlerinde kan ve sperm bulunmuş, Adli Tıp’a gönderildi. Esra’nın muayenesinde cinsel saldırı tespit edilmişti.

Köyün ihtiyarları sık sık Esraların evine geliyor ve şikayetten vazgeçirmeye çalışıyordu. “Kan davası çıkacak, buna mani olmamız lazım” diyorlardı. Esra’nın babasına “Bizim çocuklar hapisten çıkmazsa sizin çocuklar ölecek” diye tehditler geliyordu.

Köylüler mahkemede yalancı tanıklık yapmaktan korkuyordu. Köy imamı ise “Sulh sağlamak için mahkemede yalan ifade vermek günah değil, sevaptır” diyor, insanları ikna etmeye çalışıyordu. 3 zanlının avukatı da bölgede güçlü bağlantıları olan bir isimdi.

Şüphelilerin tutuklanmasından 8 ay sonra adli tıp raporu geldi. Raporda elbisedeki spermden DNA tespiti yapılamadığı anlatıldı. Bu rapor üzerine, akıl almaz şekilde tahliye kararı çıktı. Nihat, Veysi ve Zahir Yılmaz köyde davul zurnalarla karşılandı. Onlarca hayvan kesildi. Esra pencereden düğün yerine çevrilen köyü izliyor, hayatının sona erdiğini düşünüyordu. Ağabeyi ve kardeşlerine “Ben zaten o gün öldüm. Keşke o uçurumun dibinde ölseydim” diyordu.

Köy meclisi, Esra’nın babasına 300 bin TL tazminat ödeyeceğini söyledi. Esra bunun acısıyla daha fazla dayanamıyordu. Evde dolapların arkasında saklanmış boş tüfeği aldı, ahırda bir fişek buldu ve hayatına son verdi.

Esra’nın cenazesi otopsi için Hakkari’ye götürülüp bir gün sonra köye getirildi. Köy muhtarı, “Barışmazsanız cenazeyi toprağa vermeyeceğiz” dedi ve cenazeyi 5 saat bekletti, cemaat cenaze namazına durmadı.

Esra’nın annesi, kızının ölümünden bir yıl sonra köyde zanlıların karşısına dikildi. Birini omzundan tutup “Kızımı siz öldürdünüz, IŞİD’den farkınız yok, siz onlardansınız” diye bağırdı. Bir saat sonra evinde beyin kanaması geçirdi. 20 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybetti.

Esra’nın saldırıya uğramasının üzerinden 3 yıl 3 ay 22 gün geçtikten sonra iddianame yazıldı.

Dava açıldıktan sonra yeniden köy meclisinin telaşı başlamıştı. Esra’nın babası ve ağabeylerinin köy camisinde namaz kılmasına izin vermiyorlardı. Hayvanlarını köyün merasında otlatmalarını da engellediler.

2019 yılında Esra’nın kemik yaşının tespiti için karar çıktı. Bu incelemede kemik yaşı 16 çıktı. Ancak bu bölgede kız çocuklarının kemik yaşı büyük çıkıyordu ve bu konuda Yargıtay kararları vardı. Biyolojik yaşı olarak bu kabul edilmiyordu. Aile, kızlarının 13 yaşında olduğunu ifade ediyordu.

Sanıklar tüm duruşmalara geldi. Suçlamaları kabul etmediler. Dava açıldıktan 4 ay sonra bitti. Nihat Yılmaz, Veysi Yılmaz ve Zahir Yılmaz, ‘çocuğun cinsel istismarı’ndan 30’ar yıl, ‘hürriyetten alıkoyma’ suçundan 12’şer yıl hapis cezası aldı. Ancak mahkeme tutuklama kararı vermedi. Yurt dışı yasağı ve karakola imza verme şartı devam etti.

42’şer yıl hapis cezasından sonra Esra’nın ailesine ölüm tehditleri geliyordu. “Onlar cezaevine girerse çocuklarınız mezara girecek” diyorlardı. Köy muhtarı da tehditlerini sürdürdü. Bu kez Irak ve İran’dan aşiret reisleri köye gelmiş, iki aileyi bir araya getirmeye çalışmıştı. Dosya istinat mahkemesindeyken Irak’tan akrabaları, Esra’nın ailesinin kapısını çaldı. Koyun kesildi, yemekler yapıldı. Misafirlerin başında çok yaşlı bir adam vardı. Ailenin çok saygı duyduğu aşiret büyüğüydü. Kulağı duymuyor ve bir işitme cihazı takıyordu. Dinliyor gibi yaptı ama sözü kesindi:

“Siz barışacaksınız. Yoksa kan davası çıkacak. Bunun için kapınıza geldik, bizi reddedemezsiniz. Kabul etmezseniz biz sizinle aile değiliz, arkanızdan çekileceğiz.”

Esra’nın babası, dosyada şikayetçi olan ağabeyi boyun eğdi. Yüksekova’ya dilekçeci Erol’un yanına köyün muhtarıyla birlikte gittiler. Esra’nın babası Türkçe bilmiyordu. Erol, dilekçeyi yazdı. Baba oğul imzaladı. Adliyeye bile girmediler, şikayetin geri alındığı dilekçeyi köyün muhtarı, savcılığa bıraktı.

Dosya Van Bölge İdare Mahkemesi’ne gitmişti. Mahkeme, kemik yaşının tam tespiti, eksik tanık ifadeleri, HTS analiz eksikliği nedenleriyle kararı bozdu ve yerel mahkemeye gönderdi. Bu sırada yerel gazetecilerin haberi Türkiye gündemine taşımasıyla Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya onlarca baro temsilcisi ve sivil toplum örgütü katıldı. Avukatlar yalan tanıklık yaptıkları iddiasıyla köy muhtarı ve diğer ifade değiştiren tanıklar hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu dilekçelerde köy meclisinin baskısı, hakaretler anlatıldı.

17 Temmuz’da görülen duruşma 3 Kasım’a ertelendi. Esra artık yok ama bu acıları yaşayan tek o değil. Sadece sesini çıkardı ve Türkiye’deki adaletsizlikte boğuldu. Başka çocukların bu kirli düzene kurban edilmemesi için adaletin yerini bulması gerekiyor.