Protesto; demokratik, sosyal hukuk devletlerinde anayasal bir haktır.
Demokratik, sosyal hukuk devletlerinde sivil ya da siyasi veya toplum yararına çalışan her türlü oda, dernek, birlik, parti her ne varsa, kamuoyunu etkilemek, harekete geçirmek, şikâyet ve taleplerini ifade etmek ve yönetenlerin politikalarını etkilemek için her türlü toplantı, gösteri, yürüyüş ve miting yapabilirler.
Çünkü, toplantı ve gösteri hakkı demokratik ve çoğulcu bir toplumun en temel ihtiyaçlarındandır.
Barışçıl toplanma özgürlüğü, uluslararası sözleşmelerde örgütlenme ve ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olarak güvence altına alınmıştır.
Temel bir insan hakkı olmasının yanında bir hak arama ve ülke yönetimine katılım aracı olarak demokratik toplumların temel ölçüm kriterleri arasında yer alır.
Demokratik toplumlarda, gösterinin düzenleyicileri, görüşlerini ifade etmek ve mesajlarını iletmek için halka açık caddeler, yollar ve meydanlar dâhil olmak üzere, gösterinin yerini ve zamanlamasını serbestçe seçme hakkına sahiptir.
Uluslararası demokrasi standartları gereğince, ülkelerin yasal çerçeveleri protesto etme hakkına ilişkin etkili, açık ve makul hükümler içerir ancak sınırlamalar son çare olmalıdır.
Anayasa da şiddet içermemesi şartıyla toplanma özgürlüğü tanımakta ve koruma altına almaktadır. Barışçıl toplanma hakkının özgürce kullanılabilmesi, kamuoyu gücünün hesaba katıldığı demokratik toplumlarda etkili bir yurttaş kontrol mekanizması yaratır.
Zira barışçıl toplanma hakkını kullanarak ülkedeki örneğin eğitim ve sağlık politikalarına destek vermek de eğitim ve sağlık politikalarını protesto etmek de mümkündür.
Barışçıl gösteriler, sadece kamuoyunun çoğunluğu tarafından kabul edilen fikirleri ya da hükümetlerin politikalarını desteklemek için yapılmak zorunda değildir. Devletlerin, özellikle kamu politikalarına karşı protesto için toplananların özgürlüğünü koruma ve sağlama sorumluluğu bulunmaktadır. Bürokratik gerekçeler, örneğin toplanmanın izinsiz olması, bir toplanmaya müdahale etmek için yeterli sebep değildir. Elbette devletlerin şiddet içeren, açık şiddet çağrıları yapılan toplanmaları engelleme hakkı vardır. Ancak bu gibi durumlarda kullandığı kuvvet, düzeni sağlamak için gereken asgari gücü aşmamalıdır.
Gösteri düzenleyicilerinin tek sorumluğu, hiçbir koşulda barışçıl yöntemlerin dışına çıkmamak ve şiddete başvurmamaktır.
Ne anlatıyorum ben değil mi? Kime anlatıyorum?
Neyse, zaten ben de kim ne anladı diye değil, tarihe kayıt tutma ve öbür tarafta kalemin hakkını verdin mi sorusuna ‘evet’ diyebilme adına yazıyorum bütün bunları.
Bugün bir faydası olsaydı 10 sene yazdığımda olurdu.
10 sene önce yazdığımı yazıyı hatırlatayım. Bakalım bana hak verecek misiniz?
“Bir Başbakan’ın ıslıklanması herkes kadar beni de üzer. Adı ve partisi ne olursa olsun fark etmez.
Nitekim 28 Şubat sürecinde Başbakan Erbakan’a küfür edildiğinde gösterdiğim tepki beni Ağır Ceza Mahkemelerine kadar düşürmüştü.
Lakin bugün hem bir Galatasaraylı hem de müzmin bir iktidar muhalifi (yanlış anlaşılmasın, muhalifliğimiz salt bu iktidara karşı değil, MHP döneminde de öyleydik) hem de az buçuk devlet terbiyesi alan biri olarak TT Arena açılışında yaşananları nasıl değerlendireceğimi bilemiyorum.
Tamam, burada ıslıklanan, protesto edilen, Türkiye’nin Başbakanı, buradan bakıldığında içim cız ediyor.
Ama Sayın Erdoğan aynı zamanda da AKP Genel Başkanı…
Bu durumda, hakkında bir hüküm vermeden önce muhatabımızın nerede Başbakan ve nerede AKP Genel Başkanı gibi davrandığına bakmamız gerekiyor.
Eğer gerçekten Başbakan gibi davranıyorsa ne ala, ona uzanan elleri kırmak vaciptir.
Lakin hemen her durumda Başbakanlıktan ziyade parti genel başkanı gibi davranıyorsa ne yapmak lazım, bakalım;
Ömrü hayatımda sürüsüyle Başbakan gördüm.
Ama hiçbir tanesinin Başbakan sıfatıyla katıldığı toplantı veya törenlerde iç siyasete yönelik konuşmasına, sair partileri eleştirmesine şahit olmadım.
Gelirler, işlerini görürler, bir Başbakan gibi olayla ilgili düşüncelerini aktarırlar, birlik, beraberlik mesajları verirler, giderlerdi.
İç siyasete dair mesajlarını ise ancak kürsüden indiklerinde kendilerine uzatılan mikrofonlar aracılığı ile verirlerdi.
Maalesef benim Başbakanım böyle davranmıyor bugün.
Örneğin bir kurum veya kuruluşun açılışı var. Kendisi Başbakan sıfatı ile çağırılmış. İlin tüm bürokrat ve üst düzey memurları mecburen orada, yetmemiş yüzlerce öğrenci bindirilmiş kıta olarak oradalar.
Tören resmi, kürsüde Başbakan… Ama eline mikrofonu alan iç siyasete öyle bir dalıyor ki.
Haliyle yakışmıyor.
Bunun yanında gerek bir önceki genel seçimler gerekse referandum sürecinde yaşananları hatırlıyorum da; Sırf AKP Genel Başkanı gelsin, açılış vesaire bahanesiyle propagandasını yapsın ve mümkün mertebe hem ziyaret hem miting bedavaya gelsin diye özel çaba gösterildi.
Demek ki bugün Arena’da yapılanlar yanlışsa eğer ve ortada bir yanlışlık varsa, bu yanlışın kaynağına inmekte yarar vardır.
Tabi ki şık olmadı.
Ama her şey karşılıklı…”
Evet, 10 sene önce henüz bu ucube tek adam rejimine geçmeden önce yazmış ve uyarmışım.
Bir faydası olsaydı, referandumda bu ucube sistem oylanırken olurdu.
Görünen o ki hiçbir faydası olmamış.