2 ya da 3 yıl önce Türkiye ekonomisinin McKinsey Danışmanlık Şirketi’ne teslim edileceğinin söylenmesi, akıllara Düyunu Umumiye’yi (Genel Borçlar İdaresi) getirmişti.
Yok, vazgeçtik falan dediler, unutuldu gitti.
Şimdi Dünya Bankası’ndan üniter yapımıza ipotek koyan ağır şartlarla borç almamız yine akıllara Düyunu Umumiye’yi getirdi.
Neydi bu Düyunu Umumiye?
Özetle aktaralım;
Osmanlı, 1854-1875 arasındaki hem savaşlar hem de bitip tükenmek bilmeyen şatafat sevdasıyla hızla borçlandı.
Borçlar ekonomiye değil saraylara ve şatafata harcanınca Mart 1876’da bütün dış borç taksitlerinin ödemelerini durdu ve 1876’da Osmanlı ekonomik olarak battı.
1876’da II. Abdülhamit padişah olduğunda devlet gelirlerinin yüzde 80’i bile dış borçları ödemeye yetmiyordu. Bu nedenle öncelikle memurların, emeklilerin ve bakanların aylıkları düşürüldü. Bu düşük memur aylıkları bile ödenemiyordu.
93 Harbi sonrasında, 1878’de, Yeşilköy’e kadar gelen Ruslar, yüksek bir savaş tazminatı istediler. Böylece Osmanlı, yılda 35.000.000 kuruştan 100 yıllık bir borç altına daha girdi.
1878’de Kıbrıs Adası bir miktar para karşılığında İngilizlere kiralandı.
1878 Berlin Kongresi’nde, alacaklı devletler Osmanlı’ya, İstanbul’da -Osmanlı maliyesini yönetecek- çokuluslu bir mali komisyon kurulmasını kabul ettirdiler.
Yani günümüz Türkçe ile devlet ekonomisine uluslararası kayyum atandı.
Ekonomik bağımlılık beraberinde siyasal bağımlılığı getirdi.
Artık devlet içinde devlet gibiydi: Düyunu Umumiye
20 Aralık 1881’de Muharrem Kararnamesi ile kuruldu, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Hollandalı, Avusturyalı ve Osmanlı alacaklıları ile Galata Bankerlerini temsilen toplam 7 üyeden oluşuyordu.
Osmanlı’nın Düyunu Umumiye’ye bıraktığı temel gelirler şunlardı:
Tuz ve tütün tekeli, Damga pulu vergisi, Alkollü içkiler vergisi, Edirne-Samsun-Bursa İpek Öşrü, İstanbul ve birçok bölgenin balık vergisi, Tömbeki vergisi, Kimi vilayetlerin koyun vergisi, Gümrük gelirleri, Kazanç vergisine göre ortaya çıkacak fazlalık…
Osmanlı’nın temel gelirlerine el koyan Düyunu Umumiye, Ocak 1882’den itibaren devlet içinde devlet gibi çalışmaya başladı. Kurum, aslında hükümetten ayrı, yabancıların kontrolünde bir özel şirketti.
Kurumun İstanbul’da bir genel müdürlüğü vardı, 1898 sonunda toplam 26 bölge müdürlüğü, 720 il ve ilçe müdürlüğüne ulaştı.
Müdürler ve yönetici personel özellikle Avrupalılardan oluşuyordu.
Binlerce memur istihdam etti. Bu memurlara çok iyi maaş verdi. Ancak ne gariptir ki, bu özel şirketin memurları aynı zamanda “devlet memuru” niteliği taşımaktaydı ve devletten “emekli maaşı” alma hakkına sahipti. Dahası, burada çalışan yabancılara bile emekli maaşı vermek için ayrıca bir sandık kurulmuştu.
Düyunu Umumiye’nin gelirleri zamanla Osmanlı’nın tüm borcunu kapatacak duruma geldi. Fakat Düyunu Umumiye bu parayla Osmanlı borçlarını kapatmak yerine, Avrupa bankalarından tahviller aldı. Osmanlı’nın çıkardığı hazine tahvillerini alıp Osmanlı’ya kaynak sağlamaktan özellikle kaçındı. Ara sıra Osmanlı’ya faizle “avans” verdi. Bunun karşılığında bazı öşür gelirlerine “güvence” olarak el koydu. Böylece Osmanlı, zaten kendisine ait olan bir paraya, faiz ödeyerek ve öşür gelirlerini ipotek ettirerek ancak sahip olabildi. Osmanlı, 1911’de Trablusgarp’ta İtalyanlarla savaşırken, Düyunu Umumiye, aynı yıl “İtalyan eshamı” satın aldı. Böylece Osmanlı parasıyla Osmanlı’nın düşmanına bile yardım etti. Düyunu Umumiye Osmanlı’nın Trablusgarp Savaşı sonrasında alacağı savaş tazminatına da el koydu.
Düyunu Umumiye, ülkenin iktisaden sömürülmesine çalışan Avrupa sermayesinin bekçiliğini yapmıştı.
Düyunu Umumiye, tuz tekelini kendisi işletti. Tütün tekelini ise 30 yıl boyunca iki yabancı bankanın kontrolündeki “Tütün Rejisi”ne bıraktı.
Tütün Rejisi, 1883’ten itibaren her yıl elde ettiği kârdan 750.000 lirayı Düyunu Umumiye’ye verecek, kendisi de yüzde 8 kâr alacaktı. Bunlar düşüldükten sonra kalan gelir ise Düyunu Umumiye ile Osmanlı arasında paylaşılacaktı.
Daha önce serbest olan tütün üretimi, alımı, satımı tamamen “Tütün Reji”sinin tekeline bırakıldı. Reji, tütün alım fiyatlarını çok düşük, satış fiyatlarını yüksek tutunca kaçak tütün ticareti arttı. Reji, kaçak tütün ticaretine karşı bir kanun taslağı hazırlayıp Osmanlı’ya kabul ettirdi. Osmanlı, 2 Mayıs 1885’te kaçakçılıkla mücadeleyi Reji’ye bıraktı. Reji, kaçakçılarla mücadele etmek için kendi jandarmasını kurdu. Osmanlı, bu tütün rejisinin jandarmasına silah taşıma ruhsatı da verdi. Jandarma ile kaçakçılar arasında yaşanan çatışmalarda çok sayıda insan öldü.
Reji, zaman zaman Osmanlı’ya yüzde 6 ve yüzde 12 faizle “avans” verdi.
1913’te Reji imtiyazı sona erecekti. O yıl, İttihat ve Terakki, daha önce kaybettiği Edirne’yi Bulgarlardan geri alacaktı. Ordunun masrafları için para lazımdı. Gereken parayı Reji İdaresi sağladı. Buna karşılık Reji imtiyazı 15 yıl daha uzatıldı.
Osmanlı’nın bu borçlu-bağımlı düzenine, 42 yıl sonra, Atatürk son verdi. Genç Cumhuriyet, Osmanlı borçlarını 1954’te bitirebildi.
Sözü evirip çevirmenin anlamı yok! Dünya Bankası, Düyunu Umumiye, IMF veya McKinsey... Al birini vur ötekine...