Hep çalışmadığımız yerden sınar hayat. Yaşam, hiç beklemediğimiz bir anda
son bulur. Hep hazırlıksız gelir ölüm. Her daim bir telaş, her daim bir
koşuşturmaca içinde geçip gider zaman . Hep yarım kalmışlıklar bırakılır, geride
öylece.
Zamanı değerli kılmak, her anı dolu dolu yaşamak varken, bir çoğumuz her yeni
günü ,bir diğerinin aynı yaparız. Kendimizi, isteklerimizi, hedeflerimizi hep
öteleriz.
Örneğin; Birçoğumuzun hayalidir, her şeyi bırakıp, tası tarağı toplayıp, bir sahil
kasabasına yerleşmek. Yoğun şehir trafiğinden ve gürültüsünden kurtulup,
bisiklet kullanmak isteriz mesela. Balkonlarda sardunyalar yerine, bahçelerde
ortancalar yetiştirmek, apartman boşluklarına mama ve su kabı bırakmak yerine,
bir yada birkaç hayvan sahiplenip, bahçemizde onlarla oynamak, şehirde ki toz
toprak gelen pencerelerimizi sıkı sıkı kapatmak yerine, gittiğimiz o yerde ardına
kadar açıp, dışarıdan gelen kuş seslerini duymayı isteriz örneğin.
Bir toplantıdan diğerine, bir resepsiyondan bir başkasına koşturmak yerine,
dostlarla hafta arası da buluşuyor olmayı, sevdiğimizle günün doğuşuna şahitlik
edip, gün batımını yine birlikte izlemeyi, stiletto ve botlardan kurtulup parmak
arası terliklerle günü bitirmeyi, iş çantaları yerine pazar fileleri taşımayı isteriz.
Denizi, duvarımızda ki tabloda değil de, yerinde görmek içindir telaşımız,
şehirde ki egzoz kokusu yüzünden ağız burun kapatmak yerine, bir sahilde
denizin kokusunu şöyle güzelce içimize çekmektir hayalimiz. Büyük
marketlerin organik ürünler satan reyonlarında dolaşmak yerine, dağlardan
kekik toplamayı, ağacından elma koparmayı hayal ederiz.
Saat kurmak yerine, bir horozun sesiyle güne başlamak, bilgisayar ekranından
kurtulup, bir tualin başına geçip saatlerce resim yapmak, youtube dan terapi
olsun diye dinlediğimiz doğa seslerinin tam içinde olmakta isteyebiliriz mesela.
Bir bankadan diğerine koşturup, mesai bitmeden işlem sırasının gelmesini
dilemek yerine, ağa takılan balığı ızgarada mı tavada mı yapacağımızı
düşünmeyi dileyebiliriz...
Bu ve benzer hayaller birçoğumuzun cebinde aslında. Bu arada tam aksini
isteyen, şehir hayatını ve kalabalığını benimseyen, özleyen ya da tercih edenler
olduğu gibi böyle bir hayatın hayalini kuranlar da var tabi. Sonuçta herkesin
geleceğe dair mutlak umutları ve farklı farklı hayalleri var. Güzel de bir şey var
ki, herkesin hayali, bu hayal için gösterdiği çaba ve ne kadar istediğiyle orantılı
olarak, yine o kişinin gerçeğine dönüşebiliyor…
Ama biz, biz her nedense bir şekilde ulaşmak istediğimiz bu mutluluklarımızı
mütemadiyen öteliyoruz. En çok da, ‘ben emekli olunca’ diye başlar, finalinde
de ailemize ve kendimize, içi böylesi güzelliklerle dolu bir son yazarız,
hayallerimizde. Oysa gerçekte olan şu ki, geride yarım kalmışlıklar ya da hiç
yaşanmamışlıklar bırakarak, hepimiz için öylece geçip gider zaman.
Sanırım, mesele geçmişin yüklerinden, geleceğin endişelerinden sıyrılmakta
,mesele birazda cesur olmakta, mesele hırslardan kurtulup,sadeliğe alışmakta,
mesele hayatın bir yarış değil bir yaşayış olması gerektiğini farkına varmakta
aslında…
İşte bu! Şimdi yazarken buldum. Bütün mesele hayatın bir yarış değil bir
yaşayış olduğunu kavramakta… Ben ve benim gibi düşünen bu ve benzer
hayallerini cebinde tutanlar için söylüyorum ; Bırakın yarışmak isteyen yarışsın
ama siz yaşayın. Çıkarın cebinizdeki hayallerinizi, ötelemeyin onları, başlayın
bir yerlerden ve hayaliniz hayatınız olsun artık. Goethe’nin şu sözünü de hiç
unutmayın.
‘’ Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır.’’