Son yazımdan dolayı ‘Taa Uruguay’a gidip Uruguay Cumhurbaşkanı Jose Mujica’dan örnek verene kadar Atatürk ve Atatürk’ün tarım politikasından söz etseydin, çok daha faydalı olurdu’ şeklinde bir tepki aldım.
Aslında çok yazmıştım ama belli ki beni takip etmemiş bu arkadaş. Olsun yine yazayım;
Evet, bu ülkenin tarımından söz edeceksek öncelikle Türk tarımını Atatürk’ten önce ve Atatürk’ten sora diye ikiye ayırıp aradaki farkı fark etmek gerekir.
Bu kıyas yapılmalı ki, üç tarafı denizlerle çevrili, bünyesinde atardamar misali ırmaklar bulunduran, iklimi düzenli, toprakları bereketli bir ülkede bugün et, tavuk, süt ürünleri, sebze meyve fiyatları neden pahalı pahalı olduğu ortaya çıksın.
Büyük Önder Atatürk, en önemli hamlelerini eğitim, sağlık, ekonomi ve tarımda yaptı.
“Üreten köylü milletin efendisidir” ilke doğrultusunda Köy Kanunu çıkarıldı. Tarım Bakanlığı kuruldu. Aşar Vergisi kaldırıldı. Çiftçiye uygun kredi verildi. Köylüye tarım araç gereçleri, tohum, fidan ve ilaç dağıtıldı.
Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü başta olmak üzere ziraat okulları açıldı. Tohum Islah İstasyonları, Tarım Kredi Kooperatifleri, Toprak Mahsulleri Ofisi, Devlet Üretme Çiftlikleri, Örnek Köyler kuruldu.
1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve 1939-1945 II. Dünya Savaşı Türk tarımına büyük darbe vurdu. Ancak Türk tarımını yıkan Amerikan emperyalizmi oldu. 1947'de Truman Doktrini, 1948'de Marshall Yardımı sadece sanayiyi değil tarımı da vurdu.
1950'de iktidara gelen Demokrat Parti Türkiye, 1956'dan ABD ile Tarım Ürünleri Anlaşması yaptı.
ABD, bu anlaşma ile kendi ihtiyaç fazlası buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve sığır eti, don yağı ve soya yağı gibi tarımsal ve hayvansal ürünleri taşıma ücretiyle birlikte 46.3 milyon dolar karşılığında Türkiye'ye verecekti.
Türkiye'ye satılan ABD tarım ürünleri, ABD'nin aynı mallarının alıcısı olan pazarlara ve ABD'nin düşman tanıdığı ülkelere satılmayacak ve yalnız Türkiye'nin iç tüketimi için kullanılacaktı.
Türkiye'de satılan malların dünya mahsul piyasa fiyatları üzerinde tesir yapmaması için dünya piyasası üzerinden fiyatı tespit edilecekti.
Türkiye'nin yetiştirdiği ve anlaşmada adı geçen veya benzeri mahsullerin Türkiye'den yapılacak ihracatı ABD tarafından kontrol edilecekti.
Görüldüğü gibi ABD, “yardım” adı altında Türkiye'ye kendi ihtiyaç fazlası tarımsal ve hayvansal ürünleri satıyordu. ABD'nin ikinci sınıf tarım ürünlerine Türkiye milyonlarca dolar ödüyordu.
Oysaki ABD'nin Türkiye'ye satacağı tarım ürünlerinin aynılarını veya eş değerlerini Türkiye'de yetiştirmek mümkündü.
Ayrıca Türkiye'nin yetiştirip ihraç edeceği tarım ürünlerini ABD kontrol edecekti. Yani Türkiye, ABD'nin “üretmeyin” dediği ürünleri üretmeyecek, “satmayın” dediği ürünleri satmayacaktı.
Atatürk'ten sonra Türkiye'yi yeniden bağımlı hale getiren bu “esaret anlaşmaları” hep halkın gözünden
Kimse kimseyi kandırmasın, topu da taca atmasınlar özellikle gıda artışlarının tek sebebi Türk tarımının çökmesidir.
Çökmedi. Bile isteye çökertildi aslında…
Türk tarımı çökertilirken de yabancılar ihya edildi.
Uluslararası alivreci ve yabancı fındık tüccarlarının komisyoncusu Cüneyt Zapsu’ya Türk fındığının kaderini teslim ettik.
Son dönem Tarım Bakanlarımızın da alivreci Zapsu’dan farkı yoktu.
Sürekli yabancı ülke ve firmaları memnun etmek için çaba sarfettiler.
Mesela Mehdi Eker, bile isteye üreticimize mağdur edip ilk kez canlı hayvan ithal etmemize sebep oldu. Emeklerinin karşılığında Fransa devleti tarafından “şövalye liyakat madalyası” ile ödüllendirildi.
Bakan Faruk Çelik, bizim ekilip biçilemeyen binlerce dekar alanımız bomboş dururken, Afrika’nın göbeğindeki Sudan’ da tarım yapacağız diye tutturdu ve karşılığında Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir’in elinden teşekkür plaketi aldı.
Bu büyük başarıyı sürdüren sonraki Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba da Sudan Cumhurbaşkanı elinden Sudan devlet madalyası aldı.
Sonra, yine uluslararası patates tüccarlarının alivrecisi olduğu bilinen Tarım Bakanı Pakdemirli dönemi başladı.
Pakdemirli olaya stratejik bir boyutta kattı; Kendi çiftçimiz intihar ederken Sudanlı mutlu çiftçilerle kameralara poz verip “insanlar burada sayın cumhurbaşkanımızın adını haykırıyor, Sudanlı çiftçilerin gözlerindeki sevgi selini bizzat gördüm, Sudan'daki tarım hayvancılık yatırımlarımızı arttıracağız” dedi.
Yine o Pakdemirli, literatüre ‘Paramız var ki alıyoruz kardeşim’ deyimini kazandırdı malumunuz. Üretmek yerine paramızla almamızın bir ‘itibar’ meselesi olduğunu ondan öğrendik.
Ukrayna Savaşı ile başlayan ayçiçeği yağı ve tahıl krizi, paramız varken bile alamadığımızı gösterdi bize ama yine ders almadık.
Hasılı, Türkiye bugün kendi çiftçisini ihmal pahasına ithalata mahkûm edilmenin bedelini ödüyor.
Tarımda nereden nereye geldik?
Erol Afşar
Bu içeriğe tepkiniz
Yorumlar