Son zamanlarda Kuran kursu, tarikat, cemaat evlerinden fışkıran rezillikleri çok konuşur olduk.

Bazıları da zannetti ki her şey gibi bunlar da bozuldu.

Hazır. Sonradan bozulmadılar, genellikle öyleydiler.

İşte bir örnek;

23 Aralık 1930'da Menemen ve Kubilay olayı ortaya çıkınca, soruşturma derinleştirilmiş, öğretmen Kubilay'ın başını testere ile kesen Derviş Mehmed ve yoldaşlarının Erbilli Esad Efendinin İstanbul Erenköy köşkünde 15 gün kaldığı tespit edilmişti.

Bunun üzerine İstanbul'daki Erbilli Esad Efendi köşkü dahil bazı tarikatlara, Nakşi tarikatının Manisa ve Balıkesir'deki yuvalarına da baskın yapılmış, bazı isimler Menemen'e getirilmişti.

Diğerlerini şimdilik bir yana bırakıp gözlerimizi Balıkesir tekkesine çevirelim.

Tarikatlar 1925 yılında resmen kapatıldığı halde Balıkesir'deki Nakşi tekkesi Şeyhi Tevvik Hoca faaliyetine gizlice devam ediyordu. Balıkesir'den 9'u kadın 25 kişi tutuklanıp Menemen divanı harbine getirilmişti.

Bunlar arasında bir de 23 yaşında Akhisarlı Necla isimli bir kadın da bulunuyordu.

Necla Hanım kocasından boşanıp dul kalmıştı. Tevvif Hoca'nın hizmetinde çöpçatanlık yapan Benli Fatma isimli bir müridesi vardı. Necla Hanımı Nakşibendi yuvasına götürüp tekke şeyhi Tevvif Hoca ile tanıştırdı. Şeyh efendi Necla Hanıma helalinden bir kısmet temiz bir koca bulacaktı.

Tevvif Hocamız güzel endamlı Necla Hanıma helal süt emmiş bir koca bulmak için tarikat sırlarının tüm manevi gücünü seferber etti. Nüshacılık, muskacılık, büyücülük gibi şeyler burada ilim sayılır; en Sofistik metodlarla hasta ve dertlilere çare bulunurdu. Kimsenin anlamadığı ayetleri üfürükçü hocalar üç köşeli muskaların içine yazarken, bizim Tevvif Hoca doğrudan doğruya illetin, zillet ve şehvetin merkezine yazardı...

Tevvif Hoca denilen şeyh efendi Necla Hanımı tekkesinin kutsal makamında güzelce soyarak, dudakları kıpır kıpır okuyarak iki memesine birer ayet-i kerime yazdı. Üçüncüsünü de sağ baldırına nakşetti...Yazdığı ayetleri bilemiyoruz; Maide suresi mi, Nun veya kalem suresi mi? Yoksa başkası mı? İmla konusunda da pek titiz davranmadığı anlaşılıyor. Necla Hanım şimdi gidip bir hafta sonra kontrol için tekrar gelmeliydi.

Necla Hanım tekrar geldi. Şeyh Efendi yeniden muayeneye aldı. Ancak farkına vardı ki, daha önce memelerine dalgınlıkla yanlış ayetler yazmıştı. Özür diledi. Hatasını düzeltmesi gerekirdi. Böylesi hataları düzeltmenin yöntemleri vardı. Yanlış ayetlerin silinmesi gerekiyordu. Ancak silme işlemi yazmaya benzemezdi. Ayetlerin diliyle yalaya yalaya silinmesi, yerine doğrularının yazılması gerekiyordu. Tahmin edeceğiniz gibi, silme(!) işlemi, yazma işleminden daha uzun sürmüştür.

23 yaşındaki Akhisar'lı Necla Hanım tutuklanıp Menemen harp divanına getirilmese, elbette bunları mahkemeye kimse anlatmayacak, tarikat dehlizlerinde yaşanan ahlaksızlıklar da ortaya çıkmayacaktı.

Divanı harp savcısı bu anlatılan şeylerin doğru olup olmadığını Tevvif Hocadan sordu. Tevvif hoca dürüst insandı, yaptığını inkar edecek değildi. Olayı itiraf ederek doğruladığı gibi ek bilgiler vermekten de çekinmedi. Çünkü Allah kelamını kullanarak onun adına hayırlı işler yaptığına inanıyordu. Sözlerine devam etti:

“Ben yalnız Necla Hanım'ın göğsüne yazmadım Paşa hazretleri...Onun gibi daha pek çok kadın bana başvurup göğüslerine ayet yazdırdılar.”

Bezirgan kılıklı tekke şeyhinin savunması bu kadar cesurane idi. Allah kelamı ile kutsal harflerle icrayı faaliyet yapmanın suç değil hizmet olduğuna inanıyordu. O, hiç kimseyi sokaktan toplamıyor, kadınlar kendisine başvuruyor, o da ayetleri münasip yerlere yazarak irşad yoluyla halkın problemlerine çare arıyordu.

Ortada kalmış birine koca bulmak şeyh efendinin vicdani göreviydi…

Gazetelere de yansıyan bu haberi İstanbul basınından tarama imkanımız olmadı. Ancak akademik bir makalede verilen bilgiden öğreniyoruz ki, Çankırı'da çıkan DUYGU gazetesinde, "Şeyh Değil" başlıklı bir yazı çıkmıştı.

Cahil bir kadını çırılçıplak soymanın, vücudunun haram yerlerine yazı yazma bahanesiyle dokunma ve sonra bunu yalamanın, "melunluğun ve hayasızlığın en büyüğü" sayılıyordu.

Yazı aynen şöyle:

"... Yarabbi senin inzal ettiğin Kur'an şeyh namı ve ulema kisvesi taşıyan melunlar elinde nasıl fena maksatlara alet ediliyor? Böyle bir şenaat, namı bin bir fenalıklarla şöhret bulmuş en sefil bir insanın bile hatırından geçmez. Çünkü din ve şeriat konuları onu titretir..."

Bu yazı ve 1930'da yaşanan bu olay Allah yolundaki dergah ve tarikat softaları için günümüze de örnektir. Çünkü değişen bir şey olmamıştır. Tarikat Şeyhlerinin hepsi kutsal insanlardır. Onlar Allah’la konuşur keramet gösterirler.

Menemen ve Kubilay davası ve yargılama bittikten sonra Nakşi tarikatı üzerine ayrı bir dava açılmış, Tevvif Hocanın marifetleri de burada ortaya çıkmıştı.

Şeyh Sait İsyanında yargılanan ve Peçeli Şeyh diye anılan Şeyh Şemseddin'in Ümraniye ve Kamışlı'da iki tekkesi ve kadın- erkek 800 müridi vardı. Yüzünü peçe ile kapattığı için müritleri onu, "kaldır peçeni de Allah'ın cemalini görelim!" diye kutsarlardı.

Şeyh Şemseddin, babası Şeyh Yusuf'un ölümünden sonra tekkeyi devralmış ve ondan dul kalan analığı ile evlenmişti. Şeyh Şemsettin, Şark İstiklal Mahkemesinde yargılanırken (1925), Reis Ali Saip Bey'e kendi nesebini de itiraf etmişti:

– Babam Şeyh Yusuf benim annem olan karısını nikahladığı zaman, ben anamın karnında beş aylık nevzad (çocuk) idim. Şeyh Yusuf benim babam değildir..!"

Şark İstiklal Mahkemesi sadece Şeyh Said'i yargılamamış, tarikatlarda yaşanan rezaletleri de ortaya çıkarmıştı. Hükumet mahkemenin tavsiyesini dikkate alarak şirke bulaşmış bu Allah ile aldatma mekanlarını kapatmıştı.

Kuşadalı İbrahim tarikat ve tekkeleri nasıl meyhane ve kerhaneye benzetmişse, yılanı oynatıp kabirdekilerle konuşan Erbilli Esad Efendi'de, oğluyla birlikte yargılandığı Menemen divanı harbinde idama mahkum olmuşlardı. Esat Efendi Divanı harp karşısında şu itirafta bulunmuştu:

- "...Paşa Hazretleri! tekkeler kaldırılırken hükûmet isabet etmiştir: Çünkü tekkelerin pek çoğunda esrar içilirdi..."

Demem o ki, Cumhuriyet devrimlerinin kapattığı tarikat ve tekkeleri, günümüz siyasal İslamcılığı oy uğruna serbest bırakıldı.

Her tarafı Kuran kursları ve yurtlarıyla donatıp laik eğitime meydan okunması, eğitim alanında çağın ilerisine geçtiğimizin göstergesidir.

Beş Fen lisesi açamayıp yüzlerce imam-hatip İlahiyat medresesi açılması, bu okullarda cin-şeytan doktoraları yapılması, bize göre uzay çağının uygarlık ihanetidir.