Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu, seçildiği takdirde yaşayacağı Çankaya Köşkü'ndeki kişisel-ailevi masraflarını, tıpkı ABD ve Almanya devlet başkanlarının yaptıkları gibi, maaşından karşılama sözü verdi.

Bilmeyenler için müthiş bir söz bu ama ilk değil…

Z kuşağı bilmez, biz bu duyarlılığı ve devletin hazinesini harcama konusundaki titizliği Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde görmüştük.

Haliyle Kılıçdaroğlu’nun bu tavrı akıllara Ahmet Necdet Sezer’in devlet adamlığını hatırlattı.

Bilmeyenler ve unutanlar için bir hatırlatma yapalım.

Cumhurbaşkanımızın kızı Sümeyye Erdoğan’ın dillere destan düğünü olduğunda yazmış ve kıyaslamıştım.

Çünkü o gösterişli düğün hepimizin aklına Ahmet Necdet Sezer'in oğlunun düğününü getirmiş ve iki düğün arasında kıyaslama ihtiyacı hasıl olmuştu.

Birkaç cümle ile özetlemek gerekirse;

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi, Huber Köşkü'nden helikopterle nikahın yapılacağı Yahya Kemal Beyatlı Kültür Merkezine geldi. Bazı davetlilerin taşınması için de askeri helikopterler devreye girdi. Devlete ait bu helikopterlerin masrafları yine devlet bütçesinden ödendi.

Yaklaşık 6 bin davetlinin katıldığı nikah için devletin resmi helikopterleri havada uçuşurken, yerde de yoğun bir çalışma vardı.

Nikahın yapıldığı Küçükçekmece'deki Yahya Kemal Beyatlı Gösteri Merkezi çevresinde tüm yollar geceden trafiğe kapatıldı. Emniyet müdürünün bizzat takip ettiği çalışmalarda protokolün geçeceği yolların kenarlarına da bariyerler örüldü. Düğün sırasında İstanbul trafiğinin yoğunluğu yüzde 70'lere ulaştı.

Peki 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Cumhurbaşkanlığı döneminde oğlunu Çankaya Köşkü'nde gerçekleştirdiği bir törenle evlendirirken neler yaptı veya hangi hassasiyetleri göz önüne aldı? Bakalım…

Davetli sayısı çok azdı. Devlet ricali davet edilmedi. Sadece oğlunun ve gelininin Halk Bankasından mesai arkadaşları, kız tarafı ve Afyon’dan küçük bir grup oğlan tarafı vardı.

Cumhurbaşkanı Sezer, o günkü sayaçları not ettirip, o günkü elektrik ve su faturaları da dahil tüm masrafları cebinden karşılamıştı.

Sezer ailesinin düğününde başka dikkat çekici detaylar da vardı. O gün Köşk'ün şoförleri çalıştırılmadığı, izinli olduğu için konukların çoğu taksiyle gelmiş ve nizamiyede inip, tören salonuna kadar yürümüşlerdi. İzinli olan şoförler ise eşleriyle birlikte davetliler arasındaydı.

Düğün yemeği de yine Köşk’ün aşçılarına yaptırılmamış, dışarıdan sipariş edilmişti.

Havayı civayı, gösterişi sevmezdi. Birileri gibi saltanatını devletin itibarı kılıfına uydurup lüks ve şatafat içinde yaşamadı.

Özellikle sağ ve muhafazakar siyasetçilerin sülalesini biliriz değil mi? Çünkü göz önündedirler ve hatta yürütmenin, yasamanın, siyasetin, icraatın tam göbeğindedirler. Ama biz Sezer’in çocuklarının ismini bile bilmiyorduk da o düğün günü öğrendik ve sonra unuttuk.

Eşi yani dönemin First Leydisi hanımefendinin halen ismini bilmem. Emekli öğretmen maaşıyla kendi cebinden giyiniyordu. Koruma istemiyor alışverişini tek başına yapıyor, eşi ile birlikte markette sıraya bile giriyordu.

Gerisini Yılmaz Özdil’den aktarayım;

“İhale organize eden damadını duydunuz mu hiç? Devlet kredisiyle devletin malını kapatan dünürünü, alışveriş merkezi diken yeğenini, gemi filosu sahibi olan kayınçosunu, müteahhitlerle iş tutan kardeşini okudunuz mu gazetelerde? Sen benim kim olduğumu biliyor musun diye rüzgar yapan arkadaşını, oraya buraya genel müdür olarak sokuşturduğu komşusunu gören oldu mu? Nerde kardeşim, parmağında kuru soğan büyüklüğünde pırlantalarla poz veren gelini?

Mücevher, saat, tablo, heykel, gümüş tepsi, porselen, kaftan, hatıra para… Kendisine hediye edilen 1243 parça çok değerli eşyanın 1243'ünü de, demirbaşa kaydettirip devlete bıraktı.

Avantaları bıraktığı gibi, papelleri de bıraktı. Kafasına göre har vurup harman savursun diye verilen ödeneği harcamadı. Göreve geldiği sene 13.5 milyon lira bütçesi vardı, tarihte ilk defa böyle bir şey görüldü, dört milyon lirasını iade etti. Her sene tasarruf yaptı, yedi sene boyunca toplam 183 milyon lira bütçe tahsis ettiler, 61 milyon lirasını devlete geri verdi. Yani… Makamına ayrılan her üç liranın bir lirasını kullanmadı. “Yetim hakkı” dedi, hazine'ye iade etti.

Yurtdışı gezilerinde şakır şakır harcaması için kendisine tahsis edilen yasal harcırahı kabul etmedi, tek kuruş almadı.

Ye, yemedi. Gez, gezmedi. Bırak biz yiyelim, ona da izin vermedi.

Kendisine binlerce odalık, onbinlerce metrekarelik yeni yeni saraylar yaptırmak yerine, personel sayısını bile azalttı. Emrine verilen danışman, aşçı, garson, memur, polis sayısını azalttı. Telefonlara kısıtlama getirdi, first lady dahil, özel konuşma yapan kendi kesesinden ödedi.

Geçiş üstünlüğünü asla kullanmadı, kırmızı ışıkta daima durdu.
14 makam aracını “fazla” diyerek, geri verdi. Bu işin fazlası olur mu şekerim… Oturma odasına mercedes'le, mutfağa jip'le gitmeliydi. Yeni uçaklar satın aldırmalı, tuvalete helikopterle uçmalıydı.

Gazetecileri, devletin uçağına bavul olarak bile sokmadı. Hiçbir gazeteciye özel röportaj vermedi, hiçbir medya kuruluşuna ayrıcalık tanımadı. Ayıp etti… Hepsini limuzine bindirip, bahçede eskortlarla gezdirseydi, uçağına doldurup dünya turuna çıkarsaydı şahaneydi.

Eşiyle birlikte normal insanlar gibi markete gitti, sivil plakayla gitti, kasada sıra bekledi. Eşi bileğini kırdı, ortalığı ayağa kaldırıp ambulans-doktor filan çağırmadı, sivil plakayla acil servise götürdü, röntgen çekilirken öncelik verilmesini istemedi, vatandaşlarla birlikte kuyruğa girdi. Annesi rahmetli oldu, cenazeye sivil plakayla gitti, camide flap flap flap fors yapmadı.

Devlet törenleri haricinde, kendisine karşılama-uğurlama töreni yaptırmadı.

Özal ve Demirel döneminde pek moda olan şatafatlı iftarlara son verdi. Ramazan'larda personel yemekhanesine indi, Köşk'ün çalışanlarıyla iftar yaptı.

Vizyon denilen kavramın, zırt pırt Beyaz Saray'a koşturup, akıl danışmaktan, icazet almaktan ibaret olmadığını kanıtladı.

İçtiği and'a sadık kaldı. Hukuku üstün kıldı.

E, bize uymadı tabii. Bünyede sıkıntı yarattı.

Çok şükür ki, tarafsızlık yemini eden(!) asrın liderimiz gitti resmen partili oldu.

Nispeten eğretiydi… Tarafsızken tam oturamıyordu.
İşte şimdi cuk oturdu.”