Nereden başlamalı ve nasıl yazmalı diye düşünürken, gözüm açık olan televizyonun ekranına takıldı. VE buradan başlamalıyım dedim. Ekranda, birçoğumuzun müptelası olduğu, birbirine benzeyen dizilerden biri yayındaydı. Hani şu kadınları hiç yemek yapmayan, maharet buymuş gibi her daim dışarıda yiyen ya da dışarıdan yemek söyleyen, yine kadınlarının evin içerisinde bile topuklu ayakkabılarla gezdiği, bir dükkan bir atölye yada sıradan bir ofise falan değil de çalışanlarının hep holdinglere gittiği, yine çalışan kadınların sözde işyerlerinde gece kıyafetleriyle dolaştıkları o dizilerden biriydi...
Bu arada, bu dizilerin erkeklerinin de çok paraları ,son model arabaları ,yazlık, kışlık, dağ evi, bağ evi ,tekneleri falan var. Hemen hepsi son derece zeki . Zengin, yakışıklı ve zeki değilse erkeklerin bir hiç olduğu o dizilerden söz ediyorum. Bu arada farkında mısınız bilmiyorum bu dizilerde, yaşanılan evler hep yalı, hep malikane, en kötüsü ise bir villa. Gecekondusu bile öyle güzel ki denize nazır, bahçeli falan. Çok iyi programlar ve gerçekleri abartmadan yansıtan dizilerde var ki, onları tenzih ederek yazıyorum bütün bunları. Neyse günün her saati, türlü türlü entrikalar, birbirinin kuyusunu kazmalar, kimin eli kimin cebinde belli değil mevzularıyla, benzer diziler her daim akışta. Ve ben, işte tam da buradan başlamalıyım dedim!!!
…………………………………………
Dizilerin sıkı takipçileri var. İçeriklerini toplum olarak kanıksadık da iyiden iyiye. Sorgulamıyoruz, senaryolarını da, senaristlerini de eleştirmiyoruz. Sıkılmıyoruz da, ola ki sıkıldık birde erişim sağlayabilen büyük bir kesim için bunlara ek olarak netflix var. Bu mecranın dizileri farklı. Orada adrenalin daha yüksek, temalar daha sıra dışı farklı bir izleyici kitlesi ve müdavimleri var buranın da .Yani biz uzun süredir bu biçimde stabiliz. Filmler, diziler, eğlence programları ve benzerleri ile yuvarlanıp gidiyoruz . Bu arada haber programlarına bakıp ülkede neler olup bitiyor bir görelim de istiyoruz tabi. Ancak yandaş kanallar bir yandan , muhalif kanallar bir yandan yoruluyoruz…Ciddi bir beyin fırtınası, bilgi birikim istiyor. Çünkü aralarında muazzam bir aktarım ve yorum farkı var. Kıyaslandıklarında, baktıkları aynı ama gördükleri farklı. Tüm bunları bize dikte etme çabasındalar. Ülkeden haberleri izlerken doğru yerde miyim, bu ülke benim yaşadığım ülke mi falan diyorsunuz . Öyle ya haber programlarında bir kanalda her bakımdan güllük gülistanlık her şey yolunda, zengin ve refah içinde kıskanılası bir Türkiye, bir başka kanalda denizler ağlıyor, hem de öyle böyle değil salya sümük. Kuraklık kapıda, tarım bitti bitecek, ormanlar yok oluyor, her bir parçamız ranta teslim, demokrasi can çekişiyor, adalet,hukuk, yargı zaten yok …Hal böyle olunca da en iyisi diziler tabi, öyle sezon finaline kadar tatlı tatlı bir şekilde geçecek zaman!
………………………
Ancak, şimdilerde bir kısmımız, hatta çoğumuz bu dizilerin reytingini çok geride bırakan, ülkede yüz milyon kez izlenen ifşa videolarına yönelttik dikkatimizi. Sedat Peker’in videolarına kilitlendik hep birlikte. Biraz şaşkınlık, biraz dehşet ve birazda hayranlıkla izliyoruz.
Bu videoların içeriği, ne söylendiği, neden söylendiği , ismi geçen siyasetçiler ve isimleri, karıştıkları olaylar ,iddia edilen eylemler şaşırtmıyor bizi . İlk bölümden bu yana dizi tadında izliyoruz, sonra bekliyoruz yeni video gelsin, yine bir heyecan iki üç derken işte sadece öyle, yıllardır dizileri izlediğimiz gibi aynı havada ve eğlenerek izliyoruz bu videoları da….
Sedat Peker ve ifşaları üzerine hiç bir yorum yapamayacağım . Konuya ilişkin son derece sığ bilgilerimle derin mevzulara giremeyeceğim.
………………………
Burada, ben bize bakıyorum.
Ben bizi irdeliyorum. Bizim düşünmekten , analiz etmekten, araştırmaktan, eylemden, karara varmaktan, elimizi vicdanımıza, başımızı önümüze koymaktan, ne kadar uzaklaşmış olduğumuzu gördüğümü söylemek istiyorum. Bu konuya ilişkin neler götürmüşler, nerelere götürmüşler, ne kadar götürmüşler tarafından bakanları ise yeriyorum. Keza aslında giden değerlerimiz, giden bütünlüğümüz, giden ar namusumuz, hukukumuz, giden demokrasimiz bunlar üzerinde düşünelim, bunları bir görelim istiyorum. Dünya gündemindeyiz, dünya bizi konuşuyor derken, bunun gururunu taşıyanları , bunun utancını yaşamaya davet etmek istiyorum. Olan biteni dizi tadında, uykulu mahmur gözlerle izleyenleri bir biçimde uyandırmak istiyorum. Eğlenerek, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenlere de, yılan evimizde, yılan ayağımızın dibinde, yılan göğsümüzde çöreklenmiş oturuyor deyip bir dürtmek istiyorum. İçerisinde bulunduğumuz durum gerçek, burası gerçek dünya, her Pazar sabahı yayınlandı mı diye heyecanla beklediğimiz videolarda ne yazık ki bir dizinin fragmanı değil bir silkelenelim istiyorum….
BİR hikaye ile sonlandırırsam yazımı, söylemek istediklerimi anlaşılır kılmış olacağım;
Atina’da önemli bir soruna çözüm
aranırken kürsüye fikrini söylemek için
filozof Demostenes çıkar.
Ancak, kekeme olduğundan sözünü dinletemez.
İnsanlar sürekli kendi aralarında
konuşmakta, filozofu dinlememektedir.
Bunun üzerine Demostenes, "size
bir hikaye anlatıp ineceğim” diye bağırır
ve sessizlik olunca anlatmaya başlar.
"Bir yolcu Atina’dan
Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamış.
O eşeğin üzerinde, kiralayan eşeğin sahibi de yayan olarak yanlarında beraber yola çıkmışlar.
Derken öğle sıcağı bastırmış,
biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için durmuşlar ama, hiç gölgelik yokmuş.
Eşeğin sahibi hemen eşeğinin gölgesine sığınmış. Eşeği kiralayan, ‘Sen çekil gölgede benim oturmam gerek’ demiş.
Eşeğin sahibi itiraz etmiş:
‘Tabi ki ben oturacağım, çünkü eşek benim.
Yolcu; 'ama eşeği kiraladım’ deyince de,
‘ben sana eşeği kiraladım gölgesini değil’ cevabını almış ve tabi sonunda aralarında kavga çıkmış."
Hikayeyi dinleyen herkes dikkat kesilmiş ve hikayenin sonunu bekliyormuş ama, Demostenes bu noktada kürsüden inmiş ve uzaklaşmaya başlamış.
Dinleyiciler,
" Hey ne oldu sonunda?"
"Hikayenin sonunu anlat” diye bağrışmaya başlayınca Demostenes kürsüye dönmüş ve demiş ki;
"-Ben sizin için çok önemli bir konuda bir
şeyler anlatmaya çalışıyorum ama, siz eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz.
Artık ne fikrimi söyleyeceğim,
ne de öykünün sonunu” ve yürüyüp gitmiş.
Umarım Sedat Peker Demosthenis gibi davranmak zorunda kalmaz…