Hayatın en büyük realitesi ölüm, doğu toplumlarında her gün her an insanların karşısında Davut heykeli gibi dimdik durur. Ölüm, hayatın bir parçası değil bir zarureti gibidir adeta şark topraklarında. Ölümü her gün görür, ölümü her gün tadar, ölümle kol kola bir hayat yaşarsınız.

Ölüm sokakta, ölüm yollarda, ölüm dağlarda, ölüm ovada, ölüm okulda, ölüm karakolda, ölüm kışlada, ölüm evde, ölüm işte, ölüm televizyonda, ölüm edebiyatta, ölüm sohbette, ölüm dualarda…

Batılının ödünün patladığı ölümden biz doğulular fındık fıstık gibi dalga geçeriz.

Galatasaray’ı ölümüne sever, Sneijder için kurban oluruz! Aşkımız için ölür, aşk karşılıksız gelirse ‘ya benim ya toprağınsın’ deriz. Seni sevmeyen ölsün başkan, babında methiyeler düzeriz politikacılara. ‘Öl de ölelim, vur de vuralım’ naraları atarız gaza gelince. Kimileri kefenini giyip düşer yollara, kimileri boynunda yağlı urganla gezer.

Ölümü kabul etmez isek eğer alnımızın ortasına yeriz kurşunu; kurşunu sıkan da yiyen de şerefli olur. Ölüm birileri için şeref, diğerleri için şerefsizlik anlamına gelir.

Ölüm bazen sadece bir rakamdır bazıları için. Otobanın düzlüğüne serilmiş cesetler haber merkezleri için rakamsal boyutuyla değer bulur. Ölüm, hastanede ‘ex’, askerde ‘zayiat’ olarak rapor edilir. ‘İş kazası’ olarak gelir ölüm madende. ‘Tedbirsizlik’ olur ölüm inşaat alanında. Namus için ölür kadınlar, şerefi için ölür erkekler…

Bu topraklarda yaşamayı sevdiğimiz kadar ölümü de severiz.

Ölüm hep yanı başımızda her an ölmeye bir sebep vardır. Ocakta madenci ölür, sokakta eylemci. Trafikte yolcu ölür, hastanede hasta.

Bazan bir çuvalda karlı dağlar aşar ölü bedenler, bazen karayolunda üzerine sadece bir gazete sayfası serilir ölülere. Bazan küçük bir kolide teslim edilir ölü bebekler, bazen bir bombanın parçaladığı bedenler cımbızla tek tek bir araya getirilir.

Ölümün hayatımızdaki randevu yeri olan Acil Servisler bizlerle bu gerçeğin en yakın temas haline geldiği yerler. Benim gibi medikal mesleğine uzak olan insanlar için hastanelerin Acil Servisleri hem umut hem de umutsuzluğun bir arada yaşandığı, çaresizlik ve öfkenin buluştuğu yerler oluverir. Acil Serviste hasta olarak yatmak bir dert, servisin bekleme salonunda hasta yakını olmak başka bir derttir…

***

Pazar akşamı tam da bütün dünyanın ‘Sevgililer Günü’ mutluluğunu yaşadığı anlarda hasta ziyareti için gittiğim Adapazarı Devlet Hastanesi Acil Servisi (Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Merkez Kampüsü) bekleme salonunda insanların yüzüne bakarken bunlar kafamın içinde dolanıyordu.

Ölüm…

Yukarıdan iyi bir haber gelmesi için dua edenler, umutlu bekleyiş içerisinde olanlar. Umutlarını yitirmiş, artık sadece malumun ilanını bekleyenlerin yüz ifadeleri birbirine girmiş vaziyette.

Tam da bu esnada bekleme salonunun dibinden bir sedye geçiriliyor. Acil serviste bekleyen gözler merakla sedyeye yöneliyor. Sedyede Hakk’ın Rahmetine kavuşmuş mevta kefene sarılmış muhtemelen morga götürülüyor. Hasta bakıcılar sedyeyi asansöre doğru itiyor.

Tabiî ki ölüm bir hakikat. Bunu bu memlekette her an her dakika yaşıyoruz zaten. Çoğu zaman ciddiye bile almıyoruz. Belki de ölüme karşı en hassas olduğumuz yer hastanelerin Acil Servisleri. Evet, doktorlar, hasta bakıcıları, teknisyenler, sağlık çalışanları için ölüm her gün içi içe bulundukları mesleklerinin bir parçası olabilir. Ama bizim için durum pek öyle değil. Demem o ki, ölümü / cansız bedenleri Acil Servis kapısında kötü haber bekleyen, umutlu haber bekleyen insanların gözüne sokmasanız! Bozuk olan moralleri daha fazla bozmasanız!

Acil Servis ile Morg arasında özel bir asansör bulunsa ve mevtaları mümkün oldukça daha az hasta yakını (hasta) görse daha iyi olmaz mı?