Toplumsal yargılarımızdan ötürü korktuğumuz, farklı gördüğümüz, yargıladığımız, dışladığımız, normalin dışında olarak nitelendirdiğimiz her hangi biri ile hiç iletişim kurmayı denediniz mi?
Ben denedim. Muazzam bir tecrübeydi benim için. Özel bir eğitim kurumunun bana verdiği ödev doğrultusunda önce apartmanların bodrum katlarında engelli eşi ile yaşayan bir abi ile röportaj yaptım. Başlangıçta yanına yaklaşırken ürktüm. Nasıl bir tepki vereceğine dair en ufak fikrim yoktu. Cesaretimi topladım ve sohbet etmek istediğimi söyledim. Benim ondan ürktüğümden daha çok o benden ürktü. Ona fiziksel bir zarar vereceğimi veya ara sıra parkları süpürerek 3-5 lira kazandığı işinden edeceğimi düşünerek. İlk sorularımı kendi kendime cevaplamak zorunda kaldım, onu biraz daha rahatlatmak için. İkimiz için ortak olan bazı şeyler bulmaya çalışarak daha önce benimde park temizliği yaptığımdan bahsettim. Beni şöyle bir süzüşünden, söylediğime inanmadığını anladım. İletişim kurabilmek hangi yolu denediysem başarısız oldum. Bir türlü uzun cümleler kurduramadım.
Kısa kısa verdiği cevaplar arasında hayattaki tek derdinin, parkları süpürdükten sonra alacağı paranın zamanında verilmemesi olduğunu öğrendim. Dikkatinizi çekerim, sıkıntısı az para vermeleri değil, parayı zamanında vermemeleri. Kısa cevapları arasına, hayatta hiçbir şey için keşke demediği ve hayatından gayet memnun olduğu cümlelerini serpiştirdi. İnsan bu şekilde nasıl mutlu olabilir ki diye düşündüm. Cümlelerini, benim ona zarar vermemden korkuğu için dikkatle seçtiğine o kadar emindim ki.
Daha sonra, her gün işten çıkıp gecenin karanlığında önünden korkarak geçtiğim 3 harabe gece konduya gittim. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum ama bu evlerde mutlaka tehlikeli birileri yaşıyor olmalıydı.
Korkarak evlerin birinin kapısına vardım. Demir kapıya, kapıyı tıklatacak kadar yaklaşmaya cesaret edemedim. Kapının önünde bir yığın eski eşya duruyordu. Bir sonraki eve yöneldim. Yine kapısının önünde öylece kaldım. Ne yaklaşabildim ne de uzaklaşabildim. Derken küçük bir kız gülümseyerek camdan “abla buradayız” diyerek seslendi. Hiçbir çocuk sesinin bana kendimi güvende hissettireceğini düşünmezdim. Evin içinden bir kadın ve birkaç çocuk çıktı.
Hayata dair sorduğum birkaç soruya, “hayat mutluluktur, yaşamaktır, hayatımızdan çok memnunuz, hayat çok güzel, her şeyimiz var, fakiriz ama paramız olsa ne olacak sanki” gibi cevaplar verdiler. Onlar sorularımı cevapladıkça ben bir kendime bir onlara, bir yaşadığım eve, bir yaşadıkları eve bakıyordum. Özellikle içten gülümsemeyle “ihtiyacımız olan her şeye sahibiz” dediği an gördüğüm manzara, bazı camları gazete ile kaplanmış, çamaşırlar ağaçların üzerine kurumaya bırakılmış, duvarları dökülen, kapının girişinde düşmeden basacağın tek düzgün taşın olmadığı harabe diyeceğim 3 ev.
Her gün bana zarar verme ihtimalleri olduğunu düşünüp korkarak geçtiğim o evlerin ortasında, hayat dersi alacağımı nereden bilebilirdim. Hele hele, O evlerde benden çok daha mutlu, çok daha pozitif, çok daha umutlu, hayatta ihtiyacı olan her şeye sahip olduğunu düşünen birilerinin yaşadığını ?
Biz mutluluğu ne zaman çok paraya sahip olmaya paralel olarak görecek kadar cahilleştik bilmiyorum ama şunu anladım toplumsal yargılarımızdan ötürü korktuğumuz, farklı gördüğümüz, yargıladığımız, dışladığımız, normalin dışında olarak nitelendirdiğimiz o insanlar aslında bizden çok daha normal.
Bize o insanlar nasıl zarar versin? Biz zaten kendi kendimize zarar vereceğimiz kadar vermişiz.