ARALIK ayı, hüzün ayıdır. Sarıkamış’ta kara saplanan 90 bin asker bu ayda şehit düşmüştür. Ve aynı ay içinde Vatan Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, aralık ayında doğup (20.12.1873) yine bu ayda (27.12.1936) vefat etmiştir.
Bu yazımızda merhum Mehmet Akif’i, bir sonrakinde ise Sarıkamış Şehitleri’ni bu köşeye taşımak istiyorum…
İçinde bulunduğumuz 2023’ün son günlerinde ve 2024’e girerken tam da Akif’i anma ve yad etme zamanıdır. Çünkü aynı zamanda vatan ve bayrak şairimizin “150. Doğum” yıldönümüdür…
Hayatı boyunca büyük sıkıntılar çekmiş olan Mehmet Akif, Cumhuriyetimizin kuruluş aşamasında tıpkı bir “savaşçı” gibi şehirden şehre koşmuş, topladığı kalabalıklara “milli” duyguları aşılamak ve kurtuluşun ateşini gönüllere nakşetmek için büyük çaba harcamıştır;
“Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir,
Davransana! Eller de senin, baş da senindir…
Hüsrana rıza verme! Çalış… Azmi Bırakma!
Kendin yanacaksan bile, evladını yakma!”
İşte milli şairimiz, “Ye’se Kapılma!” adlı şiirinden aldığım bu dizelerde olduğu gibi umutsuzluk ve yokluk içinde kıvranan insanlara var olma, dirilişe geçme ve düşman karşısında ayağa kalkma konusunda adeta “bayrak” olmuştur…
Bayrak şairidir… O’nda milli olma ve vatan sevgisi adeta bayraklaşır…
Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, ülkeyi düşmanlardan kurtarmak için cepheden cepheye koşarken, Mehmet Akif ise, kalabalık insan kitlelerine yüksek hitabet gücü ile ümit aşılamakta, büyük bir ayaklanmanın ateşini yakmaktadır.
“O ARTIK MİLLETİN MALIDIR!”
Bileniniz vardır mutlaka, İstiklal Marşı’nı Safahat adlı eserinden çıkarmıştır ilk baskılarında… Soranlara ise, “Benim gönlümden kopmuştur lakin, o artık milletin malıdır; milletimin gönlündedir…” diye cevap vermiştir…
İstiklal Marşı’nın yazılması aşamasında ise, “Ben milletim için “İstiklal Marşı” yazacaksam, bunun ödülü olmaz… Bu işi para için yapamam!” diye baştan reddetmiştir.
Akif, ödüllü olan bu “milli marş” yarışmasını reddederken, aslında mali açıdan büyük bir sıkıntı yaşamaktadır. Gönlü öyle ganidir ki, buna rağmen servet denebilecek miktardaki para ödüllü bu yarışmaya katılmak istemez…
İLK MISRALAR DERGÂHIN DUVARLARINA!
Sonra ödülün bir yardım kuruluşuna bağışlanabileceği konusunda kendisi ikna edilince, Mehmet Akif, kalemi çıkarır ve başlar gönlündeki duyguları nakşetmeye…
Esasen böyle bir şaha kalkışa, böyle bir coşkuya ve sonradan milletine bayrak olacak olan bu manzum esere çoktan hazırdır Akif… Ankara’daki Tacettin Dergâhı’na çekilir ve başlar milli marşımızı yazmaya…
İlk mısralarını da kaldığı odanın izbe duvarlarına karalar; “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” diye…
Ülke çapında 525 şairin katıldığı ve hiçbir eserin İstiklal Marşı’na değer görülmediği yarışmada, Akif’in manzumesi büyük beğeni kazanır…
İlk kez Millet Meclisi’nde 250 mebusun alkışları arasında okunur…
Büyük beğeni kazanır…
ALLAH BİR DAHA YAZDIRTMASIN!
Milletimiz, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da, Sarıkamış’ta, Ege’de, Akdeniz’de ve bugün Anadolu diye yurt edindiğimiz bu kadim ülkenin her bir karışında büyük bedeller ödedi…
14 cephede büyük mücadele sergiledik… Büyük kayıplar verdik… Ama yurdumuzdan bir karış toprağı vermedik…
“Kanla, irfanla kurduk, biz bu Cumhuriyeti!”
Ve 10 kıtadan oluşan İstiklal Marşı’na ne bir kelime ilave edilir ne bir kelime çıkarılır… Böylesine mükemmel bir eser ortaya koymuştur Mehmet Akif…
Kendisine, “Üstat, bir daha milli marş yazman istenirse, ne yazarsın?” diye sorduklarında ise vatan ve bayrak şairi şu cevabı verir:
“Allah bu ülkeye bir daha İstiklal Marşı yazdırtmasın!”
Öylesine büyük bedeller ödenmiştir ki, bu kayıpları, bu acıları değil yeniden yaşamak; düşünmek bile akla zarardır!
İşte gönlü “gani” olan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936’da Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti.
Fakirlik ve yokluk ölene kadar yakasını bırakmamıştı. Yine büyük sıkıntılar arasında veda etti hayata… Ne yazık ki, onun bizlere emanet olarak bıraktığı çocuklarına da yeterince sahip çıkamadık…
Ve maalesef ki, küçük oğlu Emin Ersoy, 24 Ocak 1967’de bir çöp konteynerinin yanındaki kamyonun kasasında ölü bulundu.
CENAZESİNİ İTÜ ÖĞRENCİLERİ KALDIRDI!
27 Aralık’ın öğle saatlerinde bir genç delikanlı, Bayazıt Camii’nin önünde ayakkabısını boyatıyordu. O sırada sade bir tabut getirilip kondu caminin önündeki musalla taşına. Tabutun başında ağlamaklı birkaç kadın ve genç delikanlı bulunmaktadır.
Ayakkabısını boyatan şahıs boyacıya sordu;
“Kim bu vefat eden acaba?”
Boyacı şöyle cevap verdi;
“Adı Mehmet mi imiş, Akif mi imiş… Öyle konuşuyorlardı!”
“Ne diyorsun?” diye ayağa fırlar genç delikanlı… Ayakkabı boyasını da yarım bırakıp derhal tabutun yanına gider ve bilgi aldı…
Olay doğrudur… Vatan ve bayrak şairimiz Mehmet Akif Ersoy’dur tabutun içinde yatan…
Delikanlı, “Ben arkadaşlarıma haber vermek için okula gidiyorum. Sakın biz gelmeden bu cenazeyi kaldırmayın!” der ve İTÜ binasına doğru koşar…
Tüm arkadaşlarını haberdar eder ve birkaç dakika sonra 500’e yakın bir talebe grubu ve öğretim üyeleri cenazeyi sahiplenir…
Mehmet Akif Ersoy, kılınan namaz sonrası omuzlarda Edirnekapı Şehitliği’ne kadar taşınır…
İşte böyle değerli öğrencilerim ve meslektaşlarım… Mehmet Akif Ersoy böylesine “gani” gönüllü, lakin hayat boyunca büyük sıkıntılar çekmiş bir şairimizdi…
Bu dünyadan bir “Mehmet Akif Ersoy” geçti… Ruhu şad, mekânı Cennet olsun…
Saygı ve rahmetle…
ANLAMLI SÖZ
“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, heyhat!
Günler şu heyulayı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma;
Sessiz yaşadım, kim, beni, nerden bilecektir?”
Mehmet Akif Ersoy