Yine bir 15 Temmuz yazısı yazmak icap ederse, birilerine ibret oldu mu, ders çıkarıldı mı diye sorarım.

Sorunun cevabı da son yıllarda devletin içine kadar yuvalanan cemaat ve tarikatların, sağlıktan hukuk alanına kadar müdahil olup olmadıklarında gizlidir.

Bence, evet, aynen böyle oldu.

Bir cemaat Haşhaşi damgası yiyerek sözde kökü kurutuldu ama farklı cemaatlerin de önü alabildiğine açıldı.

Yazmıştım ‘iyi cemaat, namuslu cemaat yoktur, fırsatını bulamadığı için namuslu görünen, bir yetki ile sınanmadığı için iyi zannedilen cemaatler vardır, verin yetkiyi görün etkiyi’ diye. Epey de küfür yemiştim!

Aynı fikirdeyim.

Anlatamadık, iktidarı bu yapılarla ilişkilerinden vazgeçiremedik.

Oysa Sayın Erdoğan cemaate Haşhaşi bunlar dediğinde akılları başlarına geldi, laikliğin kıymetini anladılar, bu ilkeye sımsıkı sarılacaklar ve bu yapıların köklerini kurutacaklar diye umutlanmıştım.

Neydi Haşhaşi?

Haşhaş, malum uyuşturucu temininde kullanılan bir afyon bitkisi…

Mevzu da insanların ‘afyonlaştırılan din’ ile uyuşturulması ve uyutulması…

Haşhaşi denince ilk akla Hasan Sabbah ve Alamut kalesi gelir. Bugünkülerin çoğu da Alamut Kalesi’nin ve Hasan Sabbah’ın devamıdır.

Bu sadece benim değil Sayın Erdoğan’ın da tespitiydi.

Çoğunuz Haşhaşiler terimini 15 Temmuz’dan sonra dönemin başbakanı Erdoğan’dan duydunuz değil mi? Hizmet hareketi denilen, övülen, kamusal alana yerleştirilen, dışarıda da yayılması için referans olunan bu cemaat, meğer Haşhaşi imiş öyle mi?

Teşhis doğruydu ama tedavi kısmı havada kaldı.

Haşhaşilik, Hasan Sabbah tarafından 11’inci yüzyılda kurulan, siyasi-askeri figürlere yönelik suikastlarıyla devlet yönetimlerini dizayn etmeye çalışan tarikatın adı...

Bugünkü İran, Irak ve Suriye topraklarında yaygındı, Büyük Selçuklu’nun en güçlü döneminde, ortaçağ İslam coğrafyasının belirleyici faktörlerinden biriydi.

Rivayete göre Hasan Sabbah’ın fedaisi olarak seçilen kişiye haşhaş veriliyor, uyuşturuluyor, uyutuluyordu. Fedai, gözlerini cennette açıyordu. Rengârenk bitkiler, cıvıl cıvıl kuşlar, mis gibi kokular ve sarışın esmer kumral, şahane huriler.

Fedai istediği kızla beraber oluyor, aklı başından gidiyor, sonra yine haşhaş verilerek uyutuluyordu.

Bu defa gözlerini odasında açıyor ve henüz yaşarken cennete gidip geldiğini düşünüyordu.

Haliyle Hasan Sabbah cennetin kapılarını açan adam muamelesi görüyor, fedailer yeniden cennete gitmek için yanıp tutuşuyor, bağımlısı haline geldikleri haşhaşın etkisiyle gözünü budaktan sakınmıyor, Hasan Sabbah’ın suikast emirlerini yerine getiriyordu.

Oysa o sahte cennet elbette, efsane Alamut kalesinin arka bahçesinden başka bir yer değildi.

Sayın Başbakanımız cemaati işte bunlara benzetti. Kendisini de Büyük Selçuklu sultanlarına…

Büyük Selçuklu Devleti, Haşhaşilerle baş edemeyip  Alamut kalesini düşüremeyince, örgütün karşısına örgüt koyalım dediler, Haşhaşilerin karşısına Cavlakileri diktiler.

Cavlakiye tarikatı, siyasi güç için dini alet etmekte sakınca görmeyen, bu uğurda suç işlemekten çekinmeyen, tehlikeli bir örgüttü. Saçı, sakalı, bıyığı, hatta kaşlarını bile kazıyan, vücutta-kafada tek kıl-tüy bırakmayan müritlerden oluşuyordu. “Cascavlak” kelimesinin kökeni de buradan geliyor.

Biz de aynı yanlışa düştük, milyarlık bütçesiyle koskoca Diyanetimiz varken, ilkokuldan üniversiteye kadar adam gibi bir din eğitim vermek varken, bir örgütü zayıflatmak için diğer örgütlerin önünü açtık!

Büyük Selçuklu İmparatorluğu Türk müydü? Evet. Ama Türk gibi düşünme yetisini kaybetmişler, Oğuz Kaan töresini terk etmişler ve Müslüman oluyoruz diye fazlasıyla Araplaşmışlardı. Bunu isimlerinin bile Tuğrul ve Alpaslan’dan Müizzeddin ve Gıyasettin’e evrilmesinden de anlayabiliyoruz.

Nitekim yine bir Türk, Türklüğünü yitirmemiş, özünü kaybetmemiş bir Türk, Atatürk gibi bir Türk çıktı ve Alamut Kalesi’ni Haşhaşilerin başına yıktı; Hülagü Han...

Demek ki Türklük önemli!

Türk olduklarını iddia edip Arap felsefesini, adetini, kültürü İslam zannedenler, tıpkı Araplar gibi hiç mi hiç sevmezler Hülagü Han’ı…

Tıpkı Atatürk’ü de sevmedikleri gibi…

Osmanlı torunu sıfatıyla anılmaktan hoşlananlar, o Osmanlı Medeniyetinin önünü açanın bizzat Hülagü han olduğundan bihaberdirler, değilseler de ideolojileri gereği görmezden gelirler.

Hülâgû Han, Haşhaşi Tarikatı'nın merkezi Alamut Kalesi'ni havaya uçurdu.

Yani Hülâgû Han, önce dönemin FETÖ'sünü yok etti.

Hülagü Han, hem Alamut ve Bağdat Seferi ile hem İslam dinini bir sapkınlığın eline geçmekten kurtardı hem de Arap ilerleyişine son vererek Selçuklu, Osmanlı gibi medeniyetlerin önünü açtı.

Arap hayranlarınca sevilmemesi bu yüzden normaldir.

Bir kılıf bulacaklar ya Hülagü Han, Bağdat’ı yıktı, bütün kitapları yaktı geçti, derler. Sazan avlar misali küçük bir yemle büyük fotoğrafı gizlerler.

Bakın büyük fotoğraf nedir?

Hülâgû Han, Bağdat'a girdikten sonra şehrin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bütün alimler korkuya kapılırken Kadıhan adlı genç bir alim daveti kabul eder.

Hülâgû Han, Kadıhan'a sorar; Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?

Kadıhan şöyle cevap verir; Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah'ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi.

Hülâgû Han, ikinci sorusunu sorar; Peki, beni buradan kim gönderebilir?

Genç alim cevap verir; O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.

İşte 15 Temmuz ise mevzu, böyle anlatılır, böyle irdelenir ki birileri ders alsın.

Ama ilk şart yöneticilerin Türk olması, Türk gibi davranması ve ulusu Abdülhamid kafasıyla değil,  bir Türk hakanı gibi yönetmesidir.

Bilmem anlatabildim mi?