23 NİSAN NEŞE DOLMUYOR İNSAN!

Yine yazı günüme denk gelmediği için Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı ancak bugün ele almak zorundayım.

Yine TBMM özel gündemle toplandı malumunuz.

Ben de tutanaklardan alıntılar yapacağım.

Diyeceksiniz ki hep muhalefeti alıyorsun, taraf tutuyorsun!

Evet, ben taraf tutuyorum. Ben TBMM ve milli irade tarafını tutuyorum. TBMM’nin açılış ruhundan yana taraf tutuyorum. TBMM’nin açılış ruhuna ihanet edip, demokrasiyi ve ülke yönetimini TBMM’den alıp tek adama devreden zihniyetin, böyle bir anlamlı günde ne söyleyeceği benim için bir anlam ifade etmiyor da ondan muhalefetten alıntı yapıyorum.

Konuşmacılar, konuşmalardan anlayacağınız üzere pek bir işlevi kalmayan TBMM’nin üzüntü verici hali pür melalini aktardılar. Bir küçük ama önemli not da düşeyim. Sayın Cumhurbaşkanı TBMM oturumuna katılmadı. Gerekçesi ne olursa olsun, katılmadı!

Haliyle TBMM’de konu gündeme geldi.

Hemşerimiz Engin Özkoç duruma, “Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin ve ordunun başkomutanı sıfatını taşıyan bir Cumhurbaşkanının ilk önce milletvekillerinin önünde, Anıtkabir'de bizim önümüzde durması gerekirdi. Bugün bu Meclis iradesi burada tecelli ederken ve bugünü kutlarken Cumhurbaşkanlığı koltuğunun boş bırakılmaması gerekirdi. Milletvekillerinin burada, Mecliste, bu Egemenlik Bayramı'nı kutlarken Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişinin bu saatte İstanbul'da ayrı bir program yaparak millet iradesine saygısızlık yapmaması gerekirdi. Bunu şiddetle kınıyorum” sözleriyle tepki gösterdi.

İYİ Partili Dursun Musavvat Dervişoğlu da alternatif program bir yana, TBMM’de tam da muhalefetin konuşma yapacağı saatte Cumhurbaşkanının konuşmaya başlayarak bütün ekranları kapladığı ve dolayısıyla muhalefetin susturulmak istendiğinden le bunu bir iletişim hatası olarak gördüğünü aktardı.

KEMAL KILIÇDAROĞLU/CHP

Tarih, 1 Mart 1922. Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisinin Üçüncü Yasama Yılının açılış konuşmasını yapıyor.

Konuşma şöyle: "Yüce Meclisin bir yılda yaptığı bileşim 167'dir. Bu birleşimlerde 271'i açık ve 69'u gizli ve 19'u kısmen gizli, kısmen açık olmak üzere toplam 359 oturum yapılmıştır. Yüce Meclis bu geçen yıl içinde 177 kanun tasarı ve teklifini Birinci Yasama Yılından devralmıştır. İkinci Yasama Yılında da 355 kanun tasarı ve teklifi geldi, 10 tane de tezkere ve önerge olarak geldikten sonra kanun işlemine tabi tutuldu. Böylece 542 kanun tasarı ve teklifinden bu yıl içinde 94'ü kanunlaştı, 65'i reddedildi."

Bir daha ifade edeyim "94'ü kanunlaştı, 65'i reddedildi. 30'u Bakanlar Kuruluna gönderildi. 15'i Bakanlar Kurulu veya sahipleri tarafından geri alındı. 18 kadarı ilgili kanunlarla birleştirildi. 6 adedi karar şeklinde kabul edildi ki toplam 228 eder, 106 tasarının da komisyonlarca işlemi tamamlanmış ve Genel Kurula gönderilmiştir. Geri kalan 208 tasarı ve teklif komisyonlarda bulunmaktadır ki bu yıl tamamlanacaktır." Gazi Mustafa Kemal Atatürk bunları ifade eder.

Değerli milletvekilleri, dikkat buyurunuz; Türkiye Büyük Millet Meclisi bu görevi yaparken Bakanlar Kurulundan ya da milletvekili grubundan gelen kanun tasarılarını, tekliflerini kayıtsız şartsız kabul etmemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu ilkesinden aldığı güçle cephede de savaşmış, Bakanlar Kurulunun isteklerine de karşı çıkabilmiştir.

Atatürk'e Gazilik unvanını veren Meclis, Millî Kurtuluş Savaşı'nın ana karargâhı olduğu için "Gazi Meclis" olarak nitelendiriliyor. Kaldı ki Türkiye Büyük Millet Meclisi, bazı mensuplarının bizzat cephede savaşmış olması nedeniyle de Gazi Meclistir.

Cephede de mücadele ettikleri için kırmızı yeşil şeritli istiklal madalyasına sahip, asker kökenli olmayan milletvekillerinin sayısı yaklaşık 50'dir.

Yüz yıl önce bu yüce Meclisin, Gazi Meclisimizin çalışma koşul ve prensipleri ve başarıları bu şekildeyken, bugün üzülerek ifade edeyim ki yetkileri kısıtlanan, milletvekillerin denetim ve yasama görevlerini tam olarak yerine getiremediği, sınırlandığı hatta engellendiği bir tabloyla karşı karşıyayız.

Yürütme organı tarafından getirilen kanun tasarılarını veya milletvekillerine verdirtilen kanun tekliflerinin tek bir merkezden hazırlanması, hazırlanan tasarı ve tekliflerin büyük bir bölümünün sorgusuz sualsiz, yapılan tüm uyarılara ve önerilere rağmen, neredeyse virgülüne dahi dokunulmaksızın kabul edilmesi, muhalefet tarafından verilen kanun tekliflerinin ahlaki, vicdani ve hukuki dayanaktan yoksun bir biçimde reddedilmesi bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Milletvekillerinin yazılı ve sözlü önergelerinin yanıtlanmaması, cevapların ise büyük bir bölümünün içerikten yoksun olması ayrı bir sorun olarak Parlamentonun gündemindedir. Oysa yüzyıl önce yani yüzyıl önce bu Meclis, az önce Mustafa Kemal Atatürk'ün konuşmasından yaptığım alıntılarda da görüleceği üzere, tüm fikirlerin özgürce tartışıldığı, ortak görüşün oluşması için azami düzeyde çalışıldığı bir Meclisti. Üstelik, o Meclis bir yandan özgürce tartışıp yasa yaparken, öte yandan işgal güçlerine karşı bizzat savaşan bir Meclisti.

Sayın Başkan, gelecek yıl bu sıralarda Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 103'üncü yılını kutlayacağız. 29 Ekim 2023'te cumhuriyetin 2'nci yüzyılına ilk adımı atmış olacağız. İnanıyorum ki gelecek yılki kutlamalarımız cumhuriyetin, cumhuriyetimizin demokrasiyle taçlandırılacağı bir sürecin yarattığı atmosfer içinde gerçekleşecektir.

Tek adam rejimini dünyaya örnek olacak şekilde, demokrasinin sınırları içinde ve
sandık yoluyla ortadan kaldıracağız.

Yüzyıl öncesinden aldığımız ilhamla güçlendirilen ve tüm vesayetleri reddeden bir parlamenter sistemin çalışmalarına başlamış olacağız, bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Güçlendirilmiş parlamenter sistemde ve bu sistemin inşa sürecinde hep birlikte hareket edeceğiz. Bu ülkeyi hep birlikte yöneteceğiz. Bunu başardığımızda Türkiye'nin temel problemlerinin büyük bir bölümünü de kısa süre içinde çözmüş olacağız. Evlatlarına bir bardak süt dahi içiremeyen kadınların; hangi düşünceden, hangi inançtan olursa olsun sadece kendisinin değil, herkesin özgürce yaşamasını talep eden gençlerin; kamudaki iş hakkı mülakat yoluyla engellenen gençlerin; irfanı, fikri, vicdanı hür yaşamaktan başka gayesi olmayan gençlerin şüphesi olmasın. Topraklarından uzaklaştırılan çiftçilerin, hak ettiği ücreti alamayan, üstüne bir de işsiz bırakılma tehdidiyle çalışmak zorunda bırakılan işçilerin şüphesi olmasın. Çocuklarına bir kahve parası verecek kadar harçlık veremeyen babaların şüphesi olmasın. Sadece 2021 yılında faturasını ödeyemediği için elektriği kesilen, karanlığa mahkûm edilen yaklaşık 4 milyon abonenin şüphesi olmasın.

Bir kez daha ifade ediyorum: Başta ekonomik sorunlar olmak üzere ülkemizin tüm sorunlarını birlikte çözeceğiz. Bu güzel ülkeye bolluk ve bereket getireceğiz.

Hakkın, hukukun, adaletin bir kişinin iki dudağı arasında olduğu bu baskıcı dönemin sonu yaklaşmaktadır. Merkez Bankasındaki 128 milyar doların nerelere ve kimlere peşkeş çekildiğinin ortaya çıkartılacağı dönem yakındır.

Barış akademisyenlerinin kürsülerine döneceği günler yakındır. İstanbul Sözleşmesi'nin yeniden yürürlüğe gireceği günler yakındır.

Hayat pahalılığının sona ereceği günler yakındır. Tank Palet Fabrikasının geri alınacağı, Süleyman Şah Türbesi'nin tekrar vatan toprağına götürüleceği günler yakındır.

Hangi görüşten, inançtan ve kimlikten olursa olsun herkesin bu ülkede huzur ve barış içinde yaşayacağı, kimsenin ötekileştirilmeyeceği, yönetim erkinin hesap vermekten çekinmeyeceği, hesap vermenin de hesap sormanın da hukuki ve ahlaki bir zorunluluk olacağı günler yakındır. İçinden geçtiğimiz bugünler geride kalmak üzeredir.

Dolayısıyla gelecek tahayyülümüzde umutsuzluğa yer yoktur. Mücadelemiz, tek bir çocuğun dahi yatağa aç girmeyeceği ve karanlıkta kalmayacağı adaletli bir düzeni kurma mücadelesidir.

Sayın Başkan, evet, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 102'nci kuruluş yıl dönümündeyiz. Yaklaşık yüz yıl önce Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tüm mazlum milletlere örnek olan cumhuriyetimizi nasıl kurdularsa yüz yıl sonra, hep birlikte, bu Parlamento cumhuriyetimizi gerçek anlamda demokrasiyle taçlandıracaktır.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem yoluyla ulusal egemenlik kayıtsız şartsız gerçek anlamda, gerçek manada milletin olacaktır.

Bir kişiye millî egemenlik teslim edilmeyecektir.

İSMAİL TATLIOĞLU/PARTİ

Yaklaşık yüz yıl önce bu ülkenin istiklal mücadelesine karar verenler işe bir ordu kurarak başlamadılar, işe bir Meclis açarak başladılar. Yüz yıl önce bu mücadeleyi yürütenler, özgürlük mücadelesini millî egemenliğe dayandırdılar, hukukun müdafaası çizgisine taşıdılar ve meşruiyeti ve ahlaki üstünlüğü bu mücadelenin ön koşulu olarak kabul ettiler. İmparatorluğu'muzun kurmayları olan İstiklal Savaşı'mızın bu kahramanları ve aynı zamanda cumhuriyetimizin yüksek vizyonu kadroları o şartlar altında bile ilkesel duruşlarını göstermeyi bilmişlerdir. 19'uncu ve 20'nci yüzyıl... Çünkü 19'uncu ve 20'nci yüzyıl millî egemenliğe dayanmayan, hukuku öncelemeyen, onlarca bağımsızlık hareketinden ortaya çıkan insani dramlara şahitlik etmiştir. Millî egemenliğe dayanmayan bağımsız hareketlerinin büyük kısmı ülkeleri savuran diktatöryal rejimlere savrulmuş ve insani dram hikâyeleriyle dolmuştur. Bu vesileyle bu yüksek vizyonlu kadroya ve bu aziz milletimize bir defa daha teşekkür ederiz, saygılar sunarız ve geçmişleri rahmetle ve minnetle anıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bizim kurucu değerlerimiz böyledir, işgal altındayken dahi millî egemenlikten ve hukuktan, müzakereden ve istişareden vazgeçmemektir, yegane meşruiyet kaynağı olarak milleti görmek ve yalnızca millete dayanmaktır; Türk devleti böyle kurulmuştur, evveli de budur, ahiri de budur.

Millî egemenlik kitaplara konu olsun diye değil, hayatın akışına yön versin diye önemsenir. Yasama ve yargı organlarının bağımsızlığı devletin bağımsızlığı demektir ve millî egemenliğimizin temelidir. Liyakat, millî egemenliğimizin vazgeçilmez bir unsurudur; Parlamento ve yargı kararlarını millet adına verir. Bütün parlamentolar yalnızca "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." sözünü yaşatmakla yükümlüdürler fakat bugünlerde olduğu gibi, âdeta bir kuvvetler birliği şartlarının dayatılması; hakimiyetin, milletin Meclisinden saraylara taşınması ve atanmış dar bir kadroya sığdırılması; adaletin ve liyakatin ezilmesi; millî egemenliğin yalnızca metinlerde kalarak hayatın akışında bir alan bulamamasıdır. Bu da inanç hürriyeti, ifade hürriyeti, teşebbüs hürriyeti kısıtlanmış, kendini ifade edemeyen bir toplum demektir.

1889, bu toprakların ilk siyasi partiyle tanıştığı zaman dilimidir. Türkiye 1889'dan bu yana, son beş yılki kadar siyasetin daraldığı alanı çok az görmüştür; siyaset ancak çok ender bu kadar daraltılmıştır. Bu partili Cumhurbaşkanlığının yarattığı siyasi atmosfer, gerçekten, daraltılmış ve toplumun kısıtlanmış böyle bir dönemini izah etmektedir. Bakın, bugünkü dönemi biraz geriye götürelim, 12 Eylül’e götürelim, bundan kırk yıl öncesine taşıyalım. "Kanun da biziz, devlet de biziz." diyen bir dil; işçileri, memurları zorla siyasi mitinglere taşıyan bir yapı; özgürlüğü toplumsal bir sıkıntı olarak gören bir zihniyet; medya ve yargıyı tekelinde tutan bir anlayış. Bugünkü atmosfer buna mı yakın yoksa cezaevinde dahi demokratik parlamenter rejimi koruma gayretinde olan Süleyman Demirel'e, Necmettin Erbakan'a, Alparslan Türkeş'e mi yakın? Bu yakınlığı iyi ölçmemiz ve tartmamız lazım.

Yine bugünkü hâkim olan yönetimi, bugünkü atmosfere hâkim olan yönetim anlayışını 28 Şubat'a taşıyalım. Apoletleriyle brifing veren paşaların ve cübbeleriyle bu toplantılara katılan hâkimlerin, yapılan tüm zulümlere alkış tutan üniversite yöneticilerinin hukuku ezen zihniyetine mi yakın mıdır yoksa inandıkları gibi kendilerini toplumda ifade etmek isteyen, bu yüzden itilip kakılan, yarına yönelik hayal kuramayan gençlerin, kadınların yanına mı yakındır?

Bu nedenle bugün demokrasi adına verdiğimiz mücadele aynı zamanda tarih nezdinde yürüttüğümüz bir itibar mücadelesidir, bu bir millî egemenlik mücadelesidir. Sayın Genel Başkan Meral Akşener'in dediği gibi: "Millî egemenliğin varlığında devletin sahibi 84 milyondur." Devlet, milletin tamamına aittir ve bu nüfus kâğıdı devletin tapusudur, herkes 84 milyonda bir hissedardır. Hilal'inki de Bilal'inki de eşittir; İsmet Yılmaz'ınki de İsmail Tatlıoğlu'nunki de eşittir; Recep Tayyip Erdoğan'ın da, Kemal Kılıçdaroğlu'nun da, Devlet Bahçeli'nin de, Meral Akşener'in de eşittir. Bu bağlamda şunu söylemek lazım: Bunun dışında bir referans aranması millî egemenlik gasbıdır, hak gasbıdır. Bugün 90 puanla kadroya giremeyen 60 puanla girenlerin bulunduğu bir ülkede ve bugün "Herkes eşittir ama iktidar mensupları daha eşittir." sözünü hayata geçiren yeni düzene baktığımızda Türkiye'de bir millî egemenlik gasbının varlığını çok canlı bir şekilde görmemiz gerekir.

Özgür ve eşit bir Parlamentonun hukuku ve bu çerçevede Parlamento hukuku milletin bu hakkının gasbedilmesini önleyecek tek mercidir. Toplumun hiçbir sorununu bu Parlamentonun hukukuna aykırı davranarak, toplumu ayrıştırarak ve de siyaseti kompartımanlar hâlinde yapıları ve organizasyonları muhatap kılarak çözemeyiz. Türkiye'de her türlü sorunun çözüm merci alandaki vatandaştır. Biz Türkiye'deki sorunları siyasi kompartımanlarla çözemeyiz, bu bir siyasi feodalitedir ve dünya bunu böyle çözememiştir.

Toplumun bu bağlamda beklentisi gerçekten yüksektir. İstanbul'u fetheden iradenin de bu Meclisi açmış, sonrasında cumhuriyeti kurmuş iradenin de temel arzusu birdir. Bu topraklarda yaşayan insanları mutlu ve huzurlu kılmak, onlara dünyanın en ileri şartları ve standartlarını sunmak, onlar için özgür ve refah içinde yaşayacakları, birinci sınıf hissedecekleri bir ülke yaratmaktır. Zaman zaman tökezlese de bu amacın hilafına yollara sapılsa da Türkiye bu arzuyu yitirmemiştir ve yitiremeyiz. O nedenle, İYİ Parti olarak biz bu arzunun sahibiyiz. Tek adam ceketine sığmayan bu milletle birlikte 21'inci yüzyılın koşusuna talibiz...

Yükselen bir Türkiye'ye talibiz, özgür bir Türkiye'ye talibiz. Bilmekteyiz ki bir toprağı vatan yapan, özgürlüktür ve biz bu özgürlüğe talibiz, adil bir Türkiye'ye talibiz, zengin bir Türkiye'ye talibiz. Güçlendirilmiş Parlamento mücadelesini yapmamızın gerçek nedeni de budur.

GÜLTEKİN UYSAL/DEMOKRAT PARTİ

Millet ve memleket adına ve hesabına tek başvurulacak yer burasıdır yani yüksek Meclisinizdir. Bu yasal hakkı, bu millî hakkı, bu doğal hakkı hiçbir sebep ve bahaneyle ve hiçbir düşünceyle hiçbir kimseye, hiçbir kurula terk edemeyiz." diyordu cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk. Kurtuluş mücadelesi işte bu hak içindi. Yalnız savaş meydanlarında düşmana karşı verilmiş bir mücadele değil, milletin ve tek egemen olması adına verilen bir fikrî mücadeleydi. Kurtuluş Savaşı'nda silah arkadaşlarıyla sahada şanlı bir mücadele veren Büyük Atatürk savaşın sonrasında milletin sanı ile anılan bir sistemin kurulması için gayret etti. Aziz milletimiz, istiklali tamme için can verirken hâkimiyeti milliyeyi bu çatı altında inşa etti. İsmi ile müsemma Meclisimiz milletimizin en büyük karar verici mercisi olması için ihdas edildi.

Bir asrı aşkın zamandır millî egemenliğimizin yüzü olmuş, büyük milletimizin büyük işler başarmış Meclisinin kuruluşunun ve millî egemenliğin ebediyetini vurgularcasına geleceğe, çocuklarımıza armağan edilen 23 Nisan'ın manevi mahiyetini bugünlerde daha çok anlıyoruz. Büyük Atatürk "Büyük cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur." diyerek millet iradesinin abidesi kabul ettiğimiz yüce Meclisimizin niteliğini veciz bir şekilde ifade etmişti.

Yüce Meclisimiz, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında oynadığı rolle "Gazilik" sıfatını haiz olmuş, muhakkak ki zafere giden yolda tetikleyici bir vazife görmüştü.

Bu bakımdan hem kuruluşun hem kurtuluşun hem egemenliğin hem de tüm farklılıkları reddedip bir olmayı başarmış bir milletin bütünlük sembolüdür. Kendi ikballerinin korunuşunu, hükümranlıklarını perdelemek için "Kurtuluş Savaşı veriyoruz." diyenlere karşı gerçekten verilmiş, milletin istikbali için verilmiş Kurtuluş Savaşı'nın büyük hediyesidir bu Meclis. Millî egemenlik iradesi ilkesi sadece yabancı birtakım kaynaklardan, halk hareketlerinden, doktrinlerden kopya edilen, onlara heves edilerek alınan bir ilke değildir. Bu ilke Türk milletinin kendine has gelişiminin, iki yüz yıllık tarihî tecrübesinin ürünüdür.

Ne acıdır ki cihana kafa tutmuş, bir devletin kuruluşuna liderlik etmiş, nice düşman ve tertipleri yenmiş yüce Meclisimiz bugün güçsüz bırakılmış, millî egemenliğin simgesi olma vasfından uzaklaştırılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin ülkenin temel meselelerinin konuşulduğu, çözüm bulduğu, Türk milletinin imkân ve kapasitesinin en üst düzeyde ortaya çıkması için öncelikleri belirleme yeteneği kısıtlanmıştır. Ancak bir kişinin kadrajına giriyorsa problemler, beklentiler çözüm bulur, karşılık bulur hâle gelmiştir.

Milletimiz mazisiyle atiye bir teminat vermiştir. Birliğiyle zulmü boğan milletimizin iradesi aynıyla Gazi Meclisimizde zuhur ettiği vakit şüphe yoktur ki kronik meseleler her türlü çözüm bulacaktır. Hâkimiyetimilliye esasının vücut bulmuş şekli olan Gazi Meclisimiz "hâkimiyetişahsiye" diyen bir şahsın ve zümrenin hâkimiyetini evla gören bir anlayışın dayatmasıyla tarihi geriye doğru akıtırcasına niteliklerini kaybetmeye başlamıştır. Unutulmaması gereken bu Meclisin milletin egemenliğini tesis etmek gayretiyle kurulduğudur. Burası birilerine yeni yetkiler ihdas etme, birilerinin kudretini artırma yeri, milletimizin haklarının geriye bırakıldığı bir yer değildir. Milletimiz bizlere vekaletini kendi hak ve üstünlüklerini muhafaza etmemiz için vermiştir. İşte bu yüce Meclis bu farkındalıkla şehitlerimize, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında egemenlik için canını verenlere karşı yüklendiği ahdi ancak yerine getirebilir.

Milletimizin vekaletini alan bizler ancak ve ancak milletimizin faydasına, milletimizin refahına uygun işler yaptığımız takdirde milletimizin rızasına nail olabiliriz. Bunun en tabii yolu Meclisi asli ruhuna eriştirmek; temsilde adaleti, işleyen bir hukuk düzenini, işleyen bir demokratik düzeni yeniden ihdas etmekle mümkündür.
Aziz milletim, bizler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyesi sıfatını haiz olanlar en temelde bu Meclisin bu vasfını korumakla, bu hâliyle milletimizin tek ve gerçek egemen olarak kalmasını sağlamakla mükellefiz.

Bugün millet iradesinin yerine konmaz tek müessesi olan bu Meclisin hayata gelişinin 102'nci yıl dönümünde milletimize seslenmek istiyorum: Egemen olan ulus olursa bayramın armağan edildiği çocuklar mutlu olur. Aksini tecrübe ettik; çocuklar aç, susuz, mutsuz ve doğduğu topraklarda bir gelecek hayali kuramaz durumdalardır.