MÜLTECİ ÇÖZÜMÜNDE YİNE YAN ÇİZDİK!
Farkında mısınız? Alman şansölyesi Olaf Scholz geldi ve hükümetin mültecilere akışı aniden değişti.
Bir süre önce, geçtiğimiz yıl Ankara Altındağ ilçesinde mülteci kaynaklı bir toplumsal sıkıntı yaşanınca, yoğun tepki üzerine Hükümet bir çözüm getirileceğini söylemiş akabinde en yetkili ağızlardan şu kadar Suriyeli geri dönüş yaptı rakamları telaffuz edilmeye başlanmıştı.
İttifak ortağı Bahçeli de sığınmacılara yönelik tepkilerini dillendirmeye başlamıştı.
Bir ara yoğunluğu azaltma ve ‘seyreltme’ uygulamasına giriştiler, en azından şimdilik yoğun yaşadıkları şehirlerin nüfus yapıları korunacaktı.
Sonra dediğim gibi Almanya şansölyesi geldi ve birden ağız değiştirdik; Onlar Ensar, onlar bizim kardeşlerimiz! Hiçbir yere göndermiyoruz!
Haliyle, düne kadar, mültecilerin yoğunlaştıkları ve gettolaştıkları yerleşim birimlerini kısmen ferahlatmak için adım atılacağı müjdesi veren İç İşleri Bakanı Soylu da çark etti.
Ne diyordu Soylu; “Bazı bölgelerde yüzde 25’in üzerinde Suriyeli nüfusu var. Bu ölçeğe göre bir daha buraya ikamet almama sınırı koyduk. Sadece Suriyeli değil hiçbir yabancı almıyoruz.”
Ve pilot uygulama Altındağ’da başlamış ve sonra bütün ülkeye yayılacak, mültecilere kota konulacaktı.
Göç İdaresi Başkanlığı’nın bilgilendirmesine göre “Başta 10 binden fazla yabancının bulunduğu illerde sosyal tansiyonun ve güncel gelişmelerin hızla takip edilebileceği mekanizmalar kurulmakta, mahalle düzeyinde belirlenen oranların üzerinde yabancı yerleşiminin tespit edilmesi halinde çeşitli araçlarla gerekli teşvikler sağlanarak rızaya dayalı yer değişikliklerinin gerçekleşmesi sağlanmaktadır. Pilot çalışma Altındağ ilçesinde başlatılmış olup edinilen saha tecrübesi ve alınan başarılı sonuçlar gözetilerek uygulamanın tüm illerde yaygınlaştırılması hedeflenmektedir” deniliyordu.
Sakarya'nın da aralarında bulunduğu 16 il Suriyeliler için kayda kapatılacak. Yani yeni göçmen alınmayacaktı.
Gerekçe? Bizzat Bakan Soylu’nun ifadesiyle ‘Suriyelilerin Türkiye’de nüfusun demografik yapısını bozması!’ idi.
Peki, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın, “Hatay'ın nüfusu 1 milyon 670 bin. Resmi verilere göre 500 bin civarında Suriyeli var. Ama gayri resmi sayı 800 binin üzerinde. Yaklaşık her 2 kişiden biri Suriyeli. Hatay'daki doğumların yüzde 75'ini Suriyeli kadınlar yapıyor. Yeni doğan her 4 çocuktan 3'ü Suriyeli. Savaş psikolojisi hormonları bozmuş. 11 ayda doğum yapan, 6 yılda 6 çocuk yapan Suriyeli kadınlar var. Çoğunun 3-4 eşi var ve hepsi de çok çocuk yapıyor. Demografik yapı bizim aleyhimize gelişiyor. 12 yıl sonra belediye başkanının Suriyeli olması hiçbirimizin hoşuna gitmez. Böyle giderse şu anda belli ilçelerimizde belediye başkanlığına aday olsalar rahatça kazanırlar” sözlerine neden kızdılar?
Lütfü Savaş, yukarıda aktardığım resmi yetkililerin sözlerinden farklı bir şey mi söyledi?
Hayır. O da nüfus yapısının bozulduğundan şikayet etti ve sözlerinin resmi gerekçelerden hiçbir farkı yoktu.
Ama çok kızdılar.
Soylu köpürdü;
“Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı çıkıp neler söylüyor. Madem böyle toplumu tahrik etmeye gidiyorsun, sana cevap verdik. Adam ol, sen de cevap ver. Ben bakan olarak yalan söylediğini söylüyorum. Neymiş, Altınözü, Yayladağı ve Reyhanlı’da şu anda Suriyeli kardeşlerimiz belediye başkanı adayı olsa kazanacakmış. Böyle milleti tahrik eden, millete yanlış bilgi veren, kamu sorumluluğundan uzak bir adamsın sen. Bunun için gerekli soruşturmayı başlattığımızı da söylemek istiyorum. Öyle tahrik etmeye çalışacaksın, yanına kalacak? Kamu sorumluluğu olan bir kişi olacaksın, böyle yanlışlar da yanına kalacak? Ben yanlış yapıyorsam benim de yanıma kalmasın. Bu tip manipülasyonlara hiçbirimizin hakkı yok. Halkı böyle bölmenin, yalanlarla halkın değerleri üzerinden istismar edecek bir anlayışın, hukuk açısından elbette ki gerekli değerlendirmeleri yapılıp, ortaya konacaktır.”
Ve Hatay Belediye Başkanına soruşturma açıldı.
Belirttiğim gibi, bu söylem ve eyle değişikliğinin ardında Alman şansölyenin ziyareti var.
Malumunuz, Türkiye son yıllarda Avrupa için ekonomik ve siyasi pek bir şey ifade etmiyor. Amiyane tabiriyle bizi takan yok.
Ama söz konusu mülteciler ve sığınmacılar olunca iş değişiyor. Türkiye kıymete biniyor. Çünkü Türkiye adeta bir tampon bölge olarak Avrupa’yı mülteci akınından koruyor.
Almanlar ve Avrupa kendilerine gönderilmesini de geri gönderilmelerini de istemiyor,
Bunu son ziyaretle bir kez daha ortaya koydular ve bizim sığınmacı politikamız anında değişiverdi.
Olup biten bundan ibaret…
Ve bu da gösteriyor ki ensar, ümmet, din kardeşliği hepsi palavra…
O insanlar bizim için sadece bir koz ve bir pazarlık malzemesi…
Hep söyledim, söylüyorum;
Başta Suriyeliler olmak üzere ne kadar mülteci, göçmen, sığınmacı varsa ülkelerine geri dönmeleri…
Oraya koyalım, orası şişti buraya koyalım türü tedbirlerle bir yere varamayız.
Ülkemizin demografik yapısını koruyamayız.
Hepimiz biliyoruz ki, bizim sığınmacıların çoğu, Avrupa’ya kapağı atmak için ülkelerinde yaşanan savaşı fırsat bilerek geldiler.
Ve bir kısmı fırsatını bulup Avrupa’ya geçerken, büyük bir kısmı da ‘ulan burası cennet, ekmek elden su gölden yaşıyoruz, gitmesek de olur’ dediler, kaldılar.
Savaş bitti mi? Bitti…
Bu mülteciler artık turist oldu, turist…
Öyle ki canları istediği zaman ülkelerine dönüyor, istedikleri kadar kalıyor ve hasret giderip ülkemize dönebiliyorlar.
O zaman, geri dönüşü önlemek, kalın orada demek hakkımız değil mi?
Sair ülkelere akıyorsun, sığınmacı toplamı bizim Antep kadar değil…
Yani biz enayiyiz de onlar akıllı mı?
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği öyle istedi diye, koskoca ülkemiz çadır kampı muamelesi görüyor.
Aman bize bulaşmasınlar, verelim paralarını Türkiye’de kalsınlar istediler, biz de havada kaptık.
Sonuçlarını da hep birlikte yaşadık. Gettolaşma, çeteleşme, görüntü ve gürültü kirliliği dahil her melaneti yaşadık.
Yeter artık!
Ben böyle diyorum da mülteciseverler benimle aynı fikirde değil elbet…
Kimi olaya ümmet gözüyle bakıyor, hikaye anlatıyor…
Kimisi de sığınmacılar giderse ucuz emekten olacağız diye bir yerlerini yırtıyor.
Seyreltme’ projesiyle yerlerinden edilen göçmenler ekonomik ve sosyal sorunlar yaşayacakmış, zaten onlar genellikle ucuz işgücü olduklarından iş bulabilecekleri sanayi siteleri etrafındaki ilçelerde yoğunlaşmış, yer değiştirmeleri ekonomimizi de vuracakmış, falan…
Yani benim insanlarım, sen ucuz işçi çalıştıracaksın diye hem bu trajediyi yaşayacak hem de sen ucuz işçi buldum nasılsa diye emeği ucuzlatacak ve daha fazla para kazanacaksın, öyle mi?
Yağma yok! Evli evine, köylü köyüne…
GİDEN SADECE HATAY MI?
Yeniçağdan Servet Avcı yazıyor;
Bir ilin belediye başkanı daha nasıl feryadını duyuracak? Daha nasıl tehlikeye dikkat çekip ülkeyi yönetenleri uyandıracak?
Diyor ki: "Böyle giderse biz azınlığa düşeceğiz. 12 yıl sonra Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Suriyeli olacak…"
Diyor ki: "Hatay'ın nüfusu 1 milyon 670 bin. Resmî verilere göre 500 bin civarında Suriyeli var. Ama gayriresmî sayı 800 binin üzerinde. Yaklaşık her 2 kişiden biri Suriyeli…"
Diyor ki: "Hatay'daki doğumların yüzde 75'ini Suriyeli kadınlar yapıyor. Yeni doğan her 4 çocuktan 3'ü Suriyeli…"
Diyor ki: "Atatürk'ün millî sınırlara kattığı son yer burası. Bu coğrafyada zemin kaygan. Hatay giderse her yer gider. Hatay elden gitmesin diye mücadele veriyoruz…"
Diyor ki: "Uyarıyorum, Hatay gidiyor…"
Biz savaş kaybetmeden neleri kaybediyoruz!.. Başkaları savaştan kaçarak neleri kazanıyor!.. Ve biz de bu tuhaf çelişkiye 'ensar-muhacir dayanışması' diyerek katlanmak zorunda bırakılıyoruz!..
'Kendi ayağına sıkmak' deyimi burada hafif kalır… Resmen geleceğimize mayın döşüyoruz… Devletimizin kucağına 'el yapımı' patlayıcı değil, 'beyinsizlik yapımı' bombalar bırakıyoruz…
Hatay'daki 800 bin Suriyelinin yüzde biri olan 8 bin kişiyi İsveç'e göndermeye kalkın, kıyamet kopar!.. Avrupa ülkelerinin 30 yılda aldığı sığınmacı sayısını biz 30 dakikada aldık!.. Bu sıkıntılı coğrafyada geleceği doğru okumak zorunda olan hangi devlet, bağıra bağıra gelen felakete bizim yaklaştığımız gibi yaklaşır?
Hatay, haklı olarak isyan ediyor… Ya ondan beter Kilis? Ya Gaziantep? Parti bağıyla susuyorlar… Oysa millî bekamız, partilerinden çok daha önemli değil mi?
Dünyanın en tuhaf yöntemiyle toprak ve hâkimiyet kaybedişimize giden yola isyan ettik mi, asla birbiriyle aynı olmayan 'ensar-muhacir' şablonuyla, yani dinle bastırın!..
Sığınmacı istilasını eleştirenleri, 'suyun öte yanından gelenler' diye küçültmeye çalışın!.. Diğerlerine Orta Asya'ya bilet ayarlamaya kalkışın!..
Şimdiki durumla ne alâkası varsa, Çanakkale'deki mezar taşlarından referanslar çıkarıp, "Bakın onlar da Çanakkale'de bizim için savaşmışlar" diyerek rezaleti çarpıtmaya gayret edin!..
"Sığınmacılar olmasa sanayi çöker" diyerek ucuz iş gücünü parlatarak, yapılan işin ne kadar doğru ve millet menfaatine olduğunu durmadan pazarlayın ama yükselen ev kiralarını ve yoksulluk içinde derdi büyüyen bu ülkenin çocuklarını umursamayın!..
Ufak ufak vatandaşlık verin, kemik kemik seçmenler imal edin ama devletin bekası için doğabilecek komplikasyonları hiç takmayın!..
Lozan'da 'şu kadar toprak kaybettik' geyiğini hiç elden bırakmayın ama işgal ettikleri sahillerde denizleri doldurup banklarda don atlet kurutanların bizden götürdüklerine hiç aldırış etmeyin!..
"Madem 'ensar ve muhaciriz', -orijinalinde olduğu gibi- neden kendi evinize muhacir almıyorsunuz da devletin ve milletin sırtından ensarlık yapıyorsunuz?" sorusunu daima duymazdan gelin!.. Yani yörük sırtından kurban kesmeye devam edin!..
"Bizim için harcanan parayı Avrupa veriyor, Türkiye Cumhuriyeti değil" diyerek haklıymışçasına bir edayla dikilen savaş kaçkınları, "Bu topraklar misafir ülkesidir… Anadolu'ya biz de böyle gelmiştik" diyen sözde kardeşlerimizden çok daha akıllı ve kurnazlar…
Sonra belediye başkanına feryat düşsün: "Uyarıyorum, Hatay gidiyor…"
KİTAP TANIMITI; PARA VATAN
Hunter Biden (ABD başkanının oğlu) Ukrayna’da hiçbir deneyimi olmayan sıradan bir avukattı.
Burisma gibi (sahibi yolsuzluğa karışmış eski bir bakan) bir holdingin yönetim kurulunda ne işi vardı?
Putin’in normalde bir bürokrat maaşıyla geçiniyor olması gereken basın danışmanının Beverly Hills’te evler satın alabilmesi veya Başbakan yardımcısı nasıl oluyor da Londra’daki MECLİS sarayına yürüyüş mesafesinde bir apartman dairesi alabiliyor?
Nijerya’da kleptokratların ihalelerden yüzde 10 pay almaları adettendi, bu nedenle aktif siyasetçilere “yüzde oncu” deniyordu.
Ekvator Gine’sinde cumhurbaşkanının aylık maaşı 4 bin dolar olan oğlu, Malibu’da 35 milyon dolarlık bir malikane nasıl alabiliyordu?
Angola’nın en uzun süre görevde kalan cumhurbaşkanının kızı, Afrika’nın en zengin kadını haline gelmiştir. Angola ulusu, başarısız devlet olarak tabir edilebilecek bir ülkenin koşullarında hayatta kalma mücadelesi verirken, cumhurbaşkanının kızı Batı ülkelerinde Hollywood yıldızı gibi gösteri yapmakla meşguldür.
Bir ülkede ne kadar çok yolsuzluk varsa, en tepedekiler halkın geri kalanından o kadar zengin olur.
Bu durumun yarattığı eşitsizlik, toplumu bir arada tutan bağları zayıflatır.
Kim bilir bu kitapta kendinizi ve ülkenizi de bulacaksınız. Mutlaka temin edin ve okuyun.