Bir bakanlık düşünün;
87 yıllık cumhuriyet tarihinde 70 küsür Bakan değişmiş…
Ortalama 1.3 yılda bir Bakan demektir bu.
Hani şu tek parti dönemi de olmasa neredeyse her sekiz aya bir yeni Bakan düşüyor.
Bırakın koskoca bir bakanlığı ve bakanı, çocuğunuzun sınıf öğretmeni her sekiz ayda bir değişse, çocuğunuzun hali ne olur, biliyorsunuz.
İşte onun içindir ki bizim maarif işleri yerlerde sürünüyor.
Bizim Bakanlık, başında ‘milli' olan iki Bakanlıktan biridir üstelik.
Başında ‘milli' olmasının esprisi de; Eğitim ve Savunma, partiler üstüdür. Siyasi mülahazalarla, partilerin nevi şahsına münhasır ideolojilerle, değişken Bakanların kapris ve kompleksleriyle değil, ancak devlet politikasıyla yürütülecektir.
Böyle olmadığı içindir ki deneme tahtasına döndürüldü milli eğitim…
Sanki henüz yeni millet olmuşuz ve yeni devlet kurmuşuz da tarihi, kültürel ve siyasi hiçbir devlet tecrübemiz yokmuş gibi, en çok eğitim sistemi ile oynamışız şu kısacık süreçte…
6 kez Kanun veya Kararname ile Teşkilat Yasası çıkarılmış.
Bunun yanında, Bakanlığın organizasyon yapısı üzerinde; 2 kez Bakanlar Kurulu Kararı, 2 kez Cumhurbaşkanı Onayı, 20 kez Kanun, 7 kez Kararname, 58 kez Onay ile toplamda 89 kez adeta oynamışız.
Bu süre içerisinde 8 kez de Bakanlığın adı değişmiş.
İsminde bile 8 kez değişikliğe gidilmiş ki bu kadar değişken bir yapıya sahip ve siyasî müdahaleye açık bir bakanlığın, süreklilik arz eden bir devlet politikası üretememesi gayet doğaldır.
Eğitim, toplumun çok geniş bir kısmını ilgilendirdiği için tıpkı sağlık alanında olduğu gibi, hem ideolojik hem de ekonomik rant anlamında, siyasetin her zaman ilgisini çekmiştir.
Eğitimi bu hale getiren de, siyasetin de tribünlere oynama pahasına eğitim üzerinde tasarrufta bulunması ve bunu yaparken de, eğitim sistemini içinden çıkılmaz bir karmaşaya sürüklemesidir zaten.
Bir de buna son dönemlerdeki kadrolaşma ve kamplaşma gayretlerini eklediğinizde, üzerinde uzlaşılacak ve sürdürülebilecek bir eğitim politikası oluşturmak oldukça zor görünüyor.
Sorun sadece siyasetin oy kaygısından kaynaklanıyor elbet, işin ideolojik kısmı da var.
Eğitim sistemiyle bir milletin şifrelerinde değişiklik ve nesil dönüşümü sağlanabiliyor.
Bunun içindir ki bizde, eğitim bir hesaplaşma alanı adeta…
Ortak değer yaratmadaki güçlükler, kamplaşmalar, kurucu değerler üzerindeki tartışmalar her alanda var ama eğitim alanında çok daha fazla ve etkili bir şekilde uygulanıyor.
İşin ilginç yanı, eğitim, eğitimcilerin dışında herkesin tartışabildiği, karar mekanizmalarında eğitimciler dışında herkesin söz sahibi olabildiği bir organizasyon…
Hiçbir siyasî erk, eğitim üzerindeki söz söyleme ve karar verme iradesini bir başka yapıya devretmek istemiyor.
Referandum sürecince yargının özerkliği ve tarafsızlığı her platformda tartışıldı.
Ama hiç kimsenin aklına Milli Eğitimin bağımsız ve tarafsız olması gerektiği gelmiyor, getirilmiyor.
Oysa sizim eğitim sisteminiz bağımsız ve tarafsız olsa, o sistemin içinde yetişenlerin bağımlı ve taraflı olma ihtimali azalır, şu kısır tartışmalarla ömür tüketmezdik.
Yargıdaki tarafsızlık ne kadar hayati ise eğitimdeki bağımsız ve tarafsız kurullar da o kadar önemlidir.
Siyasetin eğitim sistemi üzerinden oy devşirme merakı, popülizm batağındaki bürokrasi, idrak yolları her geçen gün tıkanan ve eğitim alanında sözüm ona çalışma yapan servis STK'ları oldukça, eğitimde her geçen sene bir önceki seneyi aratacaktır.
Servis STK'ları cümlesi önemlidir.
Her yeni sorunla karşılaşıldığında gözünü, kendi medeniyet geçmişine çevirmek yerine, Atlantik'e ya da Kıta Avrupa'sına çeviren zihniyet; iktidardan ve AB fonlarından beslenen sözde STK'larla yine AB fonları marifetiyle eğitim çalıştayları yapıyor, bize de ‘siz niye katılmıyorsunuz' diye kızıyorlar.
Uzaktan bakıyoruz, izliyoruz…
Tablo ilginç ve iğrenç; Kendi tarihinden, birikiminden, geçmişinden bihaber Tanzimat süvarileri, bürokrat ve STK sıfatıyla oturmuşlar…
Amaçları da; Temel kanunlarla korumaya alınmaya çalışılan Türk milli eğitim sistemini arkadan dolanarak aşındırmak ve AB normları bahanesiyle eğitim sistemini tamamen AB ve ABD politikaları eksenine oturtmak…
Eğitim millidir. Eğitimin sorunları da ancak milli kişi ve kuruluşlarla tartışılır.
**
Tarihten bir yaprak açalım ki meramımız daha iyi anlaşılsın;
Milli Eğitimimiz, 27 Aralık 1947'de imzalanan ve "Fulbright Antlaşması" olarak anılan
"Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma"nın sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendirildi.
Eğitim Komisyonu'yla ilgili anlaşmanın 5.maddesi şöyleydi:
"Komisyon, dördü TC vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden kurulu olacaktır. Bunlara ek olarak Türkiye'deki ABD diplomatik heyetin başı, (Amerikan Büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacaktır!
Komisyonda oyların eşit olunması durumunda kesin oyu misyon şefi (Amerikan büyük elçisi verecektir!"
Ne güzel!
Komisyonun ABD vatandaşı olan dört üyesinden ikisinin elçilikteki CIA mensupları arasından seçilecek…
Böylece CIA, Milli Eğitim Bakanlığı'na rahatça sızma olanağı bulacak ve komisyon üyesi sıfatıyla öğrenci ve eğitim üyeleri arasında ajanlar devşirecek…
Ama bizim bakanlığın tabelasında; T.C Milli Eğitim Bakanlığı yazmaya devam edecek…
Yerseniz!