İlginç! Ekonomi kötü dedikçe bizzat ekonomik enkazın altında kalanlar tarafından adeta dövülüyoruz. Fanatizm, körü körüne taraftarlık işte böyle bir şey…

Taraftarlar öyle yaptıkça, yönetenler de günü birlik politikalarla, hamaset dolu sözlerle enkazın üstünü örtüyorlar.

Taraftarların bir kısmı inkar etmiyor evet enkazı kabulleniyor ama topu taca atarcasına sorumluluğu dış güçlere bilmem ne lobilerine yüklüyorlar.

Neyse biz yazmaya, anlatmaya devam edeceğiz ki tarihe not düşülsün.

İktidarın burnunun dikine giderek, ilk faiz indirimini yapmasının üzerinden tam iki yıl geçti.

Mayıs ayındaki seçimlerin ardından çakma ekonomistler çark etti. Ekonomiyi daha önce dolandırıcı ilan ettiği bakanla, ABD’den ithal ettiği Merkez Bankası başkanına bıraktı.

Onların da ilk işi Erdoğan’ın izlediği politikaları irrasyonel yani gerçek dışı ilan etmek oldu. Haliyle seçimden önce yüzde 8,5 olan politika faizini üç ayda dörde katladılar.

Bizim ekonomistin nas masalı ve faiz macerası, arkasında devasa bir enkaz bıraktı.

Rakamlar yalan söylemez beyler! Daha üç yıl önce, yüzde 19 olan politika faizi şimdi yüzde 30…

Daha üç yıl önce 8 lira 65 kuruş olan bir doların değeri şimdi 27 lira 20 kuruş…

Daha üç yıl önce yüzde 19 olan enflasyon şu anda yüzde resmi rakamlara göre yüzde 60 ama ENAG ve çarşı pazara göre yüzde 120…

Seçimden önce hayal satanlar, 2023 yılsonunda enflasyon yüzde 20’ler seviyesine inecek diyenler şimdi enflasyonun yılsonunda yüzde 65 olacağını kendi orta vadeli programlarında kabul ediyorlar. Taraftarlar da kalkıp hani verdiğiniz sözler demiyor, diyemiyor dahası diyenleri dövüyorlar.

Ne imiş enflasyon bütün dünyanın sorunu imiş! İyi de Türkiye neden enflasyonun şampiyonlar liginde, dünyada ilk beşte?

Bizdeki aylık enflasyon, neden dünyadaki 140 ülkenin yıllık enflasyonundan daha fazla?

Ve bütün bunlar kimin eseri?

Dünyada gıda fiyatları düşerken bizde neden sürekli arttığını, gıda enflasyonunda neden dünya dördüncüsü olduğumuzu, ülkemizde yaşanan çocuk açlığını nereye koyacağız?

Kendi politik hataları nedeniyle Türkiye’nin, nasıl Dünya Sefalet Endeksi’nde, ilk 40’a giren tek OECD üyesi ülkesi olup Sefalet Endeksi’nde Sudan ile Surinam seviyesine geldiğimiz, şu verimli topraklarda, bu genç nüfusumuzla, G20 ülkeleri arasında Arjantin’le birlikte, neden Sefalet Şampiyonu olduğumuz gerçeğini kiminle tartışacağız?

Tartışmaya kalktığım taraftarlar; “Kör müsünüz yol yaptı yol diyorlar” diyorlar.

Tamam da bugüne kadar toplanan vergileri üst üste koyup hizmetlerle kıyasladığınızda Nasrettin hoca misali; “Ya hu ciğer buysa kedi nerede, kedi buysa ciğer nerede” diye sormamak mümkün değil.

Hadi ‘borç ödediler kardeşim borç’ deseniz onun da karşılığı yok.

Tarihimizde ilk kez devletin iç borcu için ileride ödeyeceği faiz, borcun anaparasını aştı.

Bütçenin faiz giderleri şaha kalktı. 1975-2002 döneminde bütçeden her gün yapılan faiz ödemesi yaklaşık 24,5 milyon dolardı. 2003-2023 döneminde söz konusu ödeme, 73 milyon dolara çıktı.  

Son Cumhurbaşkanının imzasıyla yayınlanan Orta Vadeli Programa göre ise 2024-2026 döneminde devletin bütçesinden her gün yapılacak faiz ödemesi yaklaşık 113 milyon dolar olacak.

Milletin bankalara olan borcunun artan faiz yükü yetmedi, şimdi bir de millete bütçenin faiz yükünü taşıtacaklar.

Ya vatandaşın borçları?

Bakın, milletin gelirini enflasyonla pul edenler şimdi milletin kredilerini kesme, kredi kartlarına sınır getirme hazırlığındalar.

Malumunuzdur, vatandaşın çektiği ihtiyaç kredileri resmi faiz oranının iki kat üstünde bu ülkede ve kredi kartı gecikme faizleri başını alıp gitmiş durumda.

Borcu borçla çeviren vatandaşlarımız için hayat gittikçe zorlaşıyor, daha da zorlaşacak.

Rakamlar ortada; İlk 9 ayda icra dairelerine gelen yeni dosya sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 60’a yakın artmış. 10 milyonun üzerine çıkmış.

İlk 8 ayda 95 bin çeke karşılıksız işlemi yapılmış.

Karşılıksız çek tutarı yüzde 163 artışla, 31 milyar 400 milyon liraya yükselmiş.

Uluslararası Para Fonu bile Türkiye ile ilgili son 4. madde gözden geçirme raporunda, yüksek enflasyonla artan konut ve gıda harcamalarının dar ve sabit gelirle çalışanların boğazını nasıl sıktığını anlatıyor.

Ülkede çalışanların yarısından fazlası açlık sınırının altındaki asgari ücret ya da civarında bir ücrete talim ediyor. Çalışmayan aç, çalışan da aç. Millet sadece yoklukla değil, açlıkla da sınanıyor.

Diğer taraftan, elinde biraz parası olan da eriyip gitmesin diye borsaya yöneliyor. Olmayacak hisseler, olmayacak fiyatlara çıkıyor.

Bağımsız ve değerli ekonomistler sürekli uyarıyor; “Ekonomide çökmeden çok daha tehlikeli bir süreci yaşıyoruz. Ekonomi ve devlet yönetimi çürüyerek dağılıyor. Sadece çökme olsa, çöken kaldırılır. Ama bu çürüme öylesine sinsi ki, burunlar bu kokuya yavaş yavaş alıştırılıyor. İnsanlar yaşanan felaketi giderek kanıksamaya başlıyor. Birileri de bu leş kokulu ortamda semiriyor, milletimiz her geçen gün daha fazla eziliyor” diyorlar.

Diyorlar, diyoruz da anlayacak kimse kalmadı maalesef…