TARİHİMİZDEKİ büyük komutanlardan Alparslan’ın 1071’de yurt edindiği Anadolu, o tarihten bu yana hep çeşitli savaşlara sahne olmuştur. Önce Selçuklu’nun, ardından Osmanlı’nın ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu bu topraklarda her zaman birilerinin gözü olmuştur.

Bu topraklar birçok savaşlara, birçok facialara ve yine tarihte emsali az bulunur efsane zaferlere de sahne oldu. Çok eskilere de gitmeye gerek yok; örnek önümüzde. İşte Sakarya, işte Çanakkale, İşte Dumlupınar, İşte Kuttul Emare ve işte büyük zafer 30 Ağustos

Bu zaferlere irili ufaklı birçok destanı daha ekleyebiliriz. Demem o ki, rahat uyku, rahat lokma yok bu diyarı yurt edinenlere!

Şairler Sultanı’nın dediği gibi;

“Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader,

Aldırma, böyle gelmiş; bu dünya böyle gider…”

3 KITADAN ANADOLU’YA DÖNÜŞ

Cumhuriyet öncesinde de, sonrasında da bu torakları çepeçevre kuşatmış, bekliyor, hain tuzak kuranlar...

Osmanlı İmparatorluğu, son yıllarında Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Irak’tan, Suriye’den, Libya’dan, Mısır’dan ve dahi üç kıtadan yalnızca Anadolu’ya doğru çekilirken bile 1 milyon civarındaki yorgun bir ordu ile 13 cephede birden savaş veriyordu.

Ne yazık ki, Lale Devri dediğimiz son 2 asırda kaybedilen güç, itibar, nüfuz ve verilen tavizlerle koca imparatorluk bitap düşmüş, emsalleri güç devşirirken, Osmanlı, Avrupa’nın gözünde “Hasta Adam” denilen bir duruma gelmişti.

12.5 MİLYONDAN 86 MİLYONA

Çok şükür ki, bu imparatorluğun küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğuverdi. Tabii ki kolay olmadı bağımsız ve hür bir vatanı tesis etmek. 12.5 milyon bir millet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün etrafında toplanarak tam anlamıyla bir destan yazmaya başladı.

Daha bıyıkları terlememiş delikanlılar cephelerde şahadet şerbeti içti. Cennet mekân analarımız, bu çocukların ellerine kına yakarak gönderdi cephelere. Nüfusumuza oranla çok şehit ve gazi verdik cephelerde. Büyük sıkıntılar çektik; aç kaldık, susuz kaldık, yaralandık, paralandık... Ancak hürriyet için, namus için ve bağımsız bir ülke için verdiğimiz canlar, döktüğümüz kanlar Türkiye Cumhuriyeti’yle vücut buldu. 12.5 milyonduk; şimdi 86 milyonluk devasa bir ülke olduk…

ESARET ZİNCİRİ TÜRK’E İŞLEMEZ

Bu millet özgürlüğün, hür yaşamanın aşığıydı. Vatan şairi Namık Kemal, ‘Hürriyet Kasidesi’nde Türk’ün hürriyete düşkünlüğünü şöyle ifade etmişti:

“Ne efsunkâr imişsin ey didar-ı hürriyet,

Esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten…”

Manası;

‘Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne çekici ne büyüleyici imişsin,

Biz sana ulaşmak için esaretten kurtulduk, ama bu defa da sana esir olduk…’

Cumhuriyetin fikri hür, vicdanı hür; seçen ve seçilen özgür yurttaşları olduk. Peygamberimiz sayesinde diri diri gömülmekten kurtulan ve yaşama hakkına kavuşarak birçok hakla donatılan kadınlar, Gazi Mustafa Kemal ile eşit yurttaşlık statüsünde seçen, seçilen ve özgürce oyunu kullanan aydın birer Cumhuriyet kadınına dönüştü.

Nasıl bir lidere sahip olmuşuz ki, tam 100 yıl önce kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin çizgisine bile şu anda, bu asırda henüz gelemeyen ülkeler mevcut… İşte komşularımız Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan, İran, Irak, Suriye ve Akdeniz’deki komşularımız, Mısır, Arabistan, BAE, Libya, Fas, Cezayir Tunus…

Say, sayabildiğin kadar…

DEMOKRASİDE SINIR YOK

Bu ülkelerin birçoğu yakın zamana kadar diktatörlükle yönetiliyordu. Aralarında birkaç ülke, kısmen cumhuriyet ve demokrasi rüzgârı estirse de, halkları insanlık ve demokrasi adına büyük sancılar yaşıyor hâlâ.

Ancak biz, demokrasiyi daha ileri noktalara taşımalıyız.

İnsanca ve özgürce hayat sürmek için, medeniyettin, mutluluğun ve sağlıklı yaşamanın meyvelerini yemek için daha çok yol kat etmeliyiz.

 Yeri gelince elindeki kazmasını, küreğini bir kenara fırlatıp vatan savunması için cephelere koşan bu ülkenin cefakâr ve vefakâr evlatlarının en iyi şartlarda ve mutlu bir şekilde yaşamaya hakkı yok mudur?

19 Mayıs 1919’da olduğu gibi, bir Gazi Mustafa Kemal Atatürk daha çıkıp gelmez…

Öyleyse…

Bu kutsal ülkeyi, gözyaşları ve şehit kanlarıyla sulanmış bu güzel vatanı, yönetenler her zaman kılı kırk yormalı; vatandaşlarını her alanda ileri demokraside, refahta, ilimde, irfanda ve mutlulukta en iyiler klasmanına sokmak için daha çok ve daha dürüst çalışmalıdırlar.

DEVLET = 1000 YILLIK HAFIZA

Demokrasilerde, yönetenler değişse de, Devlet geleneği devam ediyor, etmelidir de. Bizim devletimiz ise, en azından Malazgirt’ten bu yana sayarsak 1000 yıllık bir bilgi, tecrübe ve birikimin eseridir…

Aldanmadan…

* Sonradan hiç pişmanlık duymadan…

* Lale Devri gibi israfa kaçmadan…

* Yapılan yatırımlarda hep ileriyi düşünerek…

* Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirmeyerek…

* İnsanları, iyi eğiterek…

* Dini suiistimal etmeden ve bu işleri özgür bir Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrederek…

* Vatandaşların dini duygularıyla oynayan ve artık zıvanadan çıkan tarikatları, cemaatleri çok daha sıkı denetleyerek ya da yanlış yapanı cezalandırarak…

Yeni ceza evleri inşa ederek değil, insanları, cezaevlerine düşmeden önce iyi bir eğitim süzgecinden geçirerek…

* Refah ve yaşam kalitesini yükselterek…

Bu kriterleri kim hayata geçirirse, ülkeyi düzlüğe çıkarır…

EN ÖNEMLİSİ, İLLE DE BARIŞ

Atatürk’ümüzün dediği gibi, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini hayata geçiren Türkiye Cumhuriyeti, her alanda dünyanın en güçlü, en müreffeh ve en mutlu bir ülkesi olabilir…

Akrebin kıskacında, yani tam bir “ateş” çemberinin içinde bulunuyoruz…

Ve bize düşman gözüyle bakanlar, her zamankinden daha çok daha kavi…

Dalga geçecek, yan gelip yatacak halimiz ve zamanımız yok bizim…

Her alanda, her platformda yapacak işimiz çok bizim…

Kalın sağlıcakla…

*******************************************

ANLAMLI SÖZ:

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez…”

Mehmet Akif Ersoy

*******************************************