Bugün de Cuma namazında imam, “Şüphesiz Allah, adaleti emreder” ayetini dinleyeceksiniz. Üstelikte Türkçe, tane tane, anlaşılır biçimde…
Ama çoğunluğunuz camiden çıktığınızda, adaletle hükmetmeyecek, iktidarınızı övecek, Can Atalay’a sövecek, Allah indinde bir hüküm, bir hukuk cinayetine ortak olacaksınız.
Reislerinizin/liderlerinizin hükmü söz konusu olduğunda Allah’ın hükümlerine bile itibar etmediğinizin o kadar çok örneği var ki…
Korkarım, Reisleriniz/liderleriniz, kendilerine vahiy geldiğini iddia etseler, ona bile inanacaksınız.
Biraz ağır mı oldu? Kızdınız mı?
Kızmayın. Sizden birisi ‘bakara-makara’ diye Allah’ın ayetiyle dalga geçerken itirazınız oldu mu?
Olmadı, ‘o bizden’ dediniz, sustunuz, hatta savundunuz.
Sizden birisi ‘nas var, nas, size bana ne oluyor’ dediğinde de alkışladınız, tam tesiri yaptığında da…
Şimdi mevzu mukaddes dinimiz ise eğer ve mevzu şirk ise bütün bunlar şirk değil mi?
Ve bu şirklerin, birilerinin peygamberliğini ilan etmesi ve sizin kabullenmeniz arasında bir fark var mı? Onun için kızmayın.
Artık şuna inanıyorum ki sizim sınırınız yok.
Sizin bir kırmızı çizginiz yok.
Size ‘şunu da yapsalar yine reislerinizin/liderlerinizin kuklası olmaya devam edecek misiniz’ diye vereceğim bir örnek kalmadı.
Hepsini yaptılar, hükmünüz ve tavrınız değişmedi.
Neyse… Allah sizi bildiği gibi yapsın!
Ben yine ‘Adalet mülkün temelidir’ şiarı üzerinden konuya devam edeyim.
Hatay Milletvekili Can Atalay, birçok toplumsal davada, Soma, Ermenek ve Hendek iş cinayetlerinde yaşamını yitiren maden işçilerinin, Aladağ’da tarikat yurdunda çıkan yangında ölen kız evlatlarımızın, Çorlu’da yetkililerin ve sorumluların ihmali neticesinde meydana gelen tren kazasında yitirdiğimiz canların ailelerinin avukatlığını üstlenmiş, mağdurların hak mücadelesini yapan bir kardeşimizdi.
Hukuki değil, siyasi bir kararla hapse tıkıldı.
PKK’lı milletvekillerin bile mazbatalarıyla elde ettikleri tahliye hakkını bugüne kadar bir tek o kullanamadı, kullandırmadılar.
Can Atalay ne yapmış olabilir ki Anayasa Mahkemesi’nin iki hak ihlali kararına rağmen, önce ilk dereceli mahkeme, sonra Yargıtay 3. Ceza Dairesi Anayasa’ya meydan okudu, MHP lideri Bahçeli milletvekilliğinin düşürülmesini Meclis kürsüsünden istedi, TBMM Başkanı bile aylarca direndi ama tepeden bir müdahaleyle Bekir Bozdağ başkanvekili iken karar okutuldu, TBMM, Anayasa Mahkemesi’ni değil, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni esas aldı, aynı anda AYM, TBMM ve Anayasa buruşturulup atıldı?
Bunun anlamı, artık Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değildir. TBMM’nin tüm yetkileri AKP-MHP ve ortaklarınca yok edilmiştir.
Saray’ın baş hukukçusu Mehmet Uçum; “Yargıtay’ın AYM’nin kararına uymama gerekçesi doğrudur. Suç duyurusu meselesi Milli Yargı’ya karşı turnusol kağıdıdır. Kim Milli Yargı’dan yana kim değil belli olur. Türkiye Milli Yargı’sını batıcı ve neoliberal yargı anlayışına karşı sonuna kadar savunacaktır” demişti.
Bu ne anlama geliyordu?
Prof. Tayfun Atay, cevabını verdi;
“Milli Yargı? Yani Saray’ın görüşleri doğrultusunda karar verenler milli yargı vermeyenler gayri milli yargı mı olacak?
Mehmet Uçum’un sözleriyle Nazi Almanyası’nın Adalet Müşaviri Hans Frank’ın sözleri arasında sadece derece farkı var.
Frank diyor ki yargıçlara, “Vereceğiniz her kararda şunu söyleyin: Bu karar Alman halkının Nasyonal Sosyalist vicdanıyla uyuşuyor mu?..”
Uçum da diyor ki, “Yargıtay’ın kararı turnusol, kim Milli Yargıdan yana kim değil belli olur…”
Frank diyor ki, “Nasyonal Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur…”
Uçum da diyor ki, “Suç duyurusu meselesi Millî Yargıya karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner bir tavırdır.”
Milli yargı deyince akla ilk gelecek tarihsel örnek Nazi Almanya’sıdır.
Peki, millîliğin ölçüsü neydi?.. Nazi olmak!.. Yani Ruhen ‘Führer’ olmak demekti.
Bu doğrultuda milli yargının istinatgâhı da hiç kuşkusuz Hitler’di.
Çünkü Nazi Almanyası’nda “Hitler, kanundur” prensibi esastı.
Zaten o da kendisini Alman halkının “en yüksek yargıcı” ilan etmişti.
Gerçi ortada bizdeki Anayasa Mahkemesi’ni çağrıştıran bir Alman Yüksek Mahkemesi de vardı ama dedik ya, Naziler iktidardaydı ve Hitler, kanundu artık.
Bu “keyfiyet” doğrultusunda yalnızca bu Yüksek Mahkeme’nin yetki alanına giren davalar, mesela vatana ihanet davaları, 1934 yılında bu mahkemeden alındı ve giderek Nazi rejiminin en korkunç aygıtı haline gelecek, alâmetifarikası yargısız infaz olan Halk Mahkemesi’ne verildi.
Birkaç ay sonra da Goering, Alman savcılarına şunu söyleyecekti:
‘Kanun ve Führer’in iradesi aynı şeydir.”