Hazırlıklarımı yaptım. En sevdiği yemeği, sevdiği salatayı hazırladım. Hoşuna giden müziklerden bir liste yaptım baştan sona ona hitap eden ve onun eşlik ettiklerini. Her şey hazırdı. Bu akşam kusursuz olmalıydı. Oturduk sofraya ve başladık konuşmaya. Muhabbet muhabbeti açtı. Bir ara o kadar eskilere gittik ki benim bile hatırlamadığım anılar çıktı ortaya. Bu durum çok hoşuma gitti. Güldükçe güldük anlattıkça anlattık. Keyifler yerindeydi.
Anıları bir kenara bıraktıktan sonra biraz ciddi konuşmaya başladık. Ciddi derken ülke sorunlarından bahsetmeden kendi içimizdeki sorunları konuştuk. Biraz oradan biraz buradan biraz da sevip sevilemediklerimizden konuştuk. Bizi seven var mıydı orasını bilemediğimiz için o konuya hiç değinemedik. İnsan bilmediği bir konuda nasıl konuşabilirdi? En azından ne benim ne de onun böyle bir özelliği yoktu. Sevmezdik de. Konu sevgi olunca sanki bir çocuğun odanın orta yerine hiç sebep yokken oyuncaklarını dökmesi gibi diğer duygularda ortaya saçıldı. Pişmanlıklardan başlandı üzüntüler ve yapamadıklarımızdan başladık konuşmaya. Konu sevipte imkânsız olanlara gelince ortam çok sessizleşti. Sanki birkaç saat önce gülen eğlenen biz değildik de başkalarıydı gibi. Bu sessizlik dakikalarında düşünce denizine daldık. Amaçsız şekilde düşünce denizinde yüzüyorduk. Nereye gittiğimiz ve ne amaçla burada bulunduğumuz konusunda bir bilgimiz yoktu. Sadece beynin bize önerdiği düşünceleri seçip onları düşünüyor ve bunların gerçek olduğunu sanıyordum. Sonunda o, bu duruma müdahale etti ve elini uzatıp beni bu düşünce denizinin içerisinden çıkartıp gerçek hayata döndürdü. Muhabbet değişsin uzaklaşalım buralardan dercesine saçma sapan konular açtım. O da ben de bu konular hakkında konuşmamak istiyorduk ama kendimizi buna mecbur hissediyorduk. İçimizden birinin tekrar düşünce denizine dalmasını istemiyorduk. Yine o, bu zorunlu sohbete ara verdirdi. Müsaade istedi ve kalktı. Her şey için teşekkür etti. Sımsıkı sarıldık. Onu uğurladım. Etrafı biraz topladım sonrasında da oturdum. Derin nefes aldım ve sanki hiçbir derdim ya da başka düşüncem yokmuş gibi konuştuklarımızın analizini yaptım ve o sırada bazı şeyleri anlamaya başladım.
Kendime kendimi anlatmak ne zormuş. Bütün gece kendimi üzmemek incitmemek için kelimelerimi özenle seçmiştim. İnsanın kendine bile bu kadar hassas olması ne kadar üzücü. O dakikada anladım ki insan daha kendine nasıl davranacağını bilemeden başkalarına nasıl davranıyor? Onlara da böyle bir mutlu bir mutsuz mu oluyordum? Aniden sinirlenip sonrasında da hiçbir şey yokmuş gibi mi davranıyordum? Sahi ben kendimi bu kadar tanımazken başkalarını nasıl iyi tanıdığımı sanıyordum? Çok bir şey bildiğimi sanarken hiçbir şey bilmediğimi bile bilmiyordum. Kendimle sık sık oturmalı ve ona bu sofrayı kurmalıyım diye düşündüm. Bu düşünce beni mutlu etse de acaba o, bu görüşmelerimize sık sık gelmeyi kabul edecek miydi? Sahi ben onu yani kendimi de tam tanıyamıyorum ki...