Zamanı kullanmayı bırakanlar derneğine üye oldum. Evet, yanlış duymadınız zamanı kullanmayı bırakanlar derneği… Kendimi aydınlanmış hissettim. Artık hiçbir işimi ya da hiçbir programımı zamana göre yapmıyorum. Zamansız kalkıyorum mesela… Saate bakmadan, alarm kurmadan. Böylelikle bir yere yetişme sorununu ortadan kaldırdım. Tanıdıklarım, sevdiklerimle, arkadaşlarımla buluşurken onlara kesin bir zaman vermiyorum. Dakik olmaya gerek olmadığını onlara da anlatıyorum. Hatta o kadar anlatıyorum ki detaylarda boğuluyorum, çünkü herkes merak ediyor bu yaşam tarzını. Duymadıkları ve denemedikleri için böyle bir şeyin imkânsız olduğunu düşünüyorlar. İmkânsız değil, kanıtı benim. Tam karşılarında duruyorum ve onlara anlatıp onları cesaretlendirmeye çalışıyorum. Belki günde sayısız defa nasıl başladığımı ve nasıl yaşadığımı anlatıyorum, tıpkı aşağıdaki açıklamalarım gibi…
Kullandığım eşyalardaki saat denilen kavramı ya kaldırdım ya da attım gitti. En ufak bir yemek tarifini yapmak için bile saniye, dakika, saat veya zaman kavramını kullanmıyorum. Gözüme hoş geldiği kadar pişiriyor, tadı hoşuma gittiği zaman ocaktan ya da fırından alıyorum yemeği. Bu şekilde olunca alışkanlıklarım da değişti. Başkasına söylesem güleceği ya da ‘Olur mu öyle şey!’ diyeceği yeni alışkanlıklarım oluştu. Hava karanlıksa gece, aydınlıksa gündüzdür benim için. Güneşin sizin zamanınıza göre saat sekizde doğması benim için günün sekizde başladığı anlamına gelmiyor.
Zamansız bir insan olmaya karar verdikten ve bu şekilde yaşamaya başladıktan sonra anladım ki her şeyimi zamana bırakmışım. Sevgilerimi, dostlarımı, planlarımı ve hayallerimi. Her şey zamanın esiri olup zaman hapishanesinde bir ömür boyu yapılmayı beklemek üzere hapis cezası almışlar. Çünkü her şeyi zamana bırakıyordum. Sevdiklerime görüşelim dediğimde ya ‘Konuşuruz.’ ya da ‘Görüşürüz’ diyorduk. Ne arıyorduk birbirimizi ne de görüşüyorduk. Bu tamamen zamana bırakılmış ve iki tarafında zamandan ötürü haklı olarak gördüğü bahaneydi. Kısacası görüşmek istemediğime ‘Görüşmeyelim’ diyemiyordum da geniş zamanlı kelimeler kullanıp bunun suçlusu olarak da zamanı görüyordum. Şimdi açık açık söylüyorum veya zamana bırakmıyorum. İstemediğim bir şey varsa direkt olarak yüzüne söylüyorum. Buluşmak istiyorsam, ‘Birazdan oradayım.’ diyorum. Plansız ve zamansız bir hayat, oh ne rahat…
Bu hayat tarzına geçtiğimde hemen herkes işleri nasıl yürüttüğümü sordu. Onlara çok açık bir cevap verdim: ‘’Daha önce nasıl yapıyorsam şimdi de aynı şekilde yapıyorum, fakat tek farkla; daha az düşünerek’’
Bunu söylediğimde insanlar yüzüme anlamamış gibi bakıyor. Onlara hak veriyorum. Kendilerini hatta daha önceki beni de içine katarak kendimizi o kadar zamanın içerisine hapsediyoruz ki, arka planında sürekli düşündüğümüzü, hayat içerisinde bir koşuşma içinde bulunduğumuzu, başrol oyuncusu olarak yer aldığımızı anlamıyoruz. Takvimlere bakıyoruz, aylarca, yıllarca, günler sonrasına planlar yapıyoruz, saatler veriyoruz birbirimize ve zaman bırakarak birbirimizin omuzlarına sorumluluklar veriyoruz. Bazen de sadece sorumluluk değil karşımızdakinin hayatına hız katıyoruz. ‘Birkaç dakikaya burada ol, bekliyorum.’ bile dendiğinde karşı taraf o kişiye ulaşmak için daha da hızlanmaya çalışıyor. Belki de sakin bir şekilde yürüdüğü yolu daha hızlı adımlarla yürüyerek daha fazla yoruyor kendini. Bazen de koşuyor, risk alıyor karşıdan karşıya geçerken. Çünkü artık zaman onun için akıp giden hızlı bir sayı sarmalı. Hayatı sakinleştirmek veya hızlandırıp ona yetişecekmiş sanmak tamamen insanların elinde ama zamanı bırakıp yaşayanlar haricinde kimse bunun farkında değil.