SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEYİZ!

Benim için de bardağı taşıran son damla oldu.

Görüntüleri seyrederken ‘bu kadarda olamaz’ dedim. Sonra bir düşündüm de ‘olamaz’ dediğimiz ne kaldı Allah aşkına!

Artık anlaşılıyor ki bu iktidarın, iktidarını muhafaza edebilmek için yapamayacağı ama yapamayacağı bir şey yok.

Hem korktum hem utandım.

Fatih Altaylı’nın dediği gibi; “Bazen öyle bir şey görürsünüz ki gördüğünüz için gözleriniz utanır. Bazen öyle bir şey duyarsınız ki duyduğunuz için kulaklarınız utanır. İşte öyle bir şey bu."

Olayı ve perde arkasını hatırlatalım;

Medyaya servis edilen görüntülerde arka plan eksikliği var.

Farklı çekimlere göre, küçük çocuk Erdoğan’a sesleniyor.

Sayın Erdoğan, “Bizim korumalar nerede? Şu çocuğu alın” diye talimat veriyor.

Küçük çocuk sahneye çıktığında Erdoğan'a asker selamı veriyor. Erdoğan, “Ne biçim selam veriyorsun” diye çocuğu karşılıyor.

O sırada İçişleri Bakanı Soylu’nun, Erdoğan’a yaklaşarak “Mecliste Tonyalı bir Kemalettin Aydın var ya” dediği ve çocuğu işaret ettiği görülüyor. Erdoğan da “Öyle mi?” diye yanıt veriyor.

Küçük çocuk o anlarda ağlayarak, “Cumhurbaşkanı amca, benim babam 10 seneden beri yatıyor. Özledim” diyor.

Erdoğan, ‘ona söyle o avukat’ diyerek yanında duran kişiyi işaret ediyor.

Çocuk Erdoğan’ı bırakmıyor.

Bir başkası çocuğun eline bir oyuncak tutuşturuyor.

Çocuk oyuncağı alınca kalabalığa doğru ‘Bay Kemal’ içerikli cümleler kuruyor.

O an çocuktaki cevheri keşfediyorlar ki Erdoğan omuzuna dokunarak “al bununla söyle” diyor.

Mikrofonu eline almasını ve bu sözlerin canlı yayında tüm ekranlara yansımasını istiyor.

Çocuk Erdoğan’ın elindeki mikrofonu kapıyor. O malum ve meşum ifadeleri söylüyor; “Arkadaşlar bu Bay Kemal, Cumhurbaşkanı amcamın karşısında kim? O adam hain, hain. Burada adam, en iyi adam. Ona oyunuzu verin. En büyük” diyerek AKP’ye oy verilmesini istiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yanında bulunan bakanlar, keyif içinde gülüyor.

İktidar, 10 yaşında bir çocuğun ‘Bay Kemal hain’ demesinden haz duyuyor.

Türkiye bu görüntüler karşısında adeta çalkalanırken AKP’lilerden pek yorum gelmedi.

Sadece Bakan Soylu ve Genel Başkan yardımcısı Hamza Dağ twit atarak olayı yorumladılar o kadar…

Bakan Soylu’nun sözleri, makamını da göz önüne alınca gerçekten korkunç ve bir a kadar da acıydı.

“Bir çocuk ağlar, Cumhurbaşkanı merak eder. Çocuk, derdini anlatır ve ardından Cumhurbaşkanımızın elinden mikrofonu kapmak ister. Herkes çocuğun atikliğine tebessüm ederken lider, çocuğu kırmaz… Çocuk, Eren Bülbül’ün katillerinin arkadaşlarına ‘hain’ demiş. ‘Çocuktan al haberi” paylaşımı demokrasi ve insanlık adına utanç vericiydi.

Lakin biz utanma erdemini çoktan yitirdik.

Bir kere çocuk bana mikrofon verin demiyor, onlar uzatıyor.

Ve çocuğun atikliği değil onları keyiflendiren, Bay Kemal hain, hain demesi…

Hele, ‘çocuk Eren Bülbül’ün katillerinin arkadaşlarına hain demiş’ yalan mı yani anlamına gelen yorumu, gerçekten sözün bittiği yer…

Değerli okur, Bir demokratik hukuk devletinde adaleti sağlayan iki unsur vardır. Polis yakalar, hakim karar verir, adalet böyle tecelli eder.

Buradaki polis kavramının yegane temsilcisi sayın Soylu’dur…

Ve sayın Soylu, burada kendini adalet sağlayıcı konumuna oturtmaktadır.

Hoş, onun bu arzu ve tavırlarına gem vuran adalet bakanı da görevden alınınca, Soylu’nun meydan bana kaldı düşüncesine saplanması da olağandır.

Bu ifade, bu yorum bir İç İşleri Bakanına yakışmamıştır ve bunun dünyada örneği yoktur.

Bir tepki de Hamza Dağ’dan geldi,

“Spontane gelişen bir olayla alakalı yine kirli bir kurgu başlatıldı. Bahsi geçen küçük çocuk, Sayın Cumhurbaşkanımızın yanına gelmek için uzunca bir süre ağlıyor. Bunu fark eden Cumhurbaşkanımız çocuğu sahneye aldırıyor ve derdini dinliyor” dedi.

Tamam, ne güzel…

Bir Cumhurbaşkanının ağlayan çocuğu fark etmesi, kürsüye getirtmesi, derdini dinlemesi ne güzel…

Buraya kadar spontane evet…

Ama sonrası, o an orada geliştirilen bir kurgu…

Fırsatı kaçırmadılar, çocuğu konuşturup, siyasi rakiplerine ‘hain’ dedirttiler ve bundan büyük bir keyif aldılar.

Olması gereken bu değildi.

Çocuğun hangi ifadeleri kullanacağını ile bile o mikrofonun verilmesi yanlıştı.

Bunun siyasi, insani ve vicdani bir karşılığı ve bir savunması yoktur.

BİZ BÖYLE DEĞİLDİK SONRADAN OLDUK!

12 Eylül öncesini yaşadım. O siyasi cinayetlerin birbiri ardına işlendiği, kardeş kanlarının döküldüğü ortamda bile siyasi bir nezaket vardı.

Kimse kimseye hakaret etmez, hiç kimse rakibini aşağılayıcı sözler söylemezdi.

Çünkü o dönemin siyasileri, ağızlarından çıkacak yanlış bir sözün veya bir tavırlarının, tabanlarında oluşturacağı kin ve nefrete bağlı olası davranışların neye mal olacağını bilirler, öyle davranırlardı.

Yukarı, soldaki resmin öyküsünü bilirsiniz, bilmeyenlere hatırlatayım.

Demirel seçim gezisinde…

Bir çocuk, elinde Ecevit’in resmi var.

Çağırıyor yanına, konuşuyor. Çocuk Ecevit7e selam göndermek istiyor. Alıyor seçim otobüsünün üstüne çıkarıyor, poz veriyorlar.

Günümüzde, bir AKP mitinginde, yaşı fark etmez birinin, elinde Bay Kemal posteri ile o kalabalığın içine girdiğini düşünün…

Bu vatandaşın kürsüye alınmasını da geçin, oradan sağ çıkma ihtimali var mı?

İşte gediğimiz nokta, maalesef bu…

Geldiğimiz noktada bir siyasi hem de Cumhurbaşkanı olan bir siyasetçi 10 yaşlarındaki bir çocuğu kürsüye çıkarmış; rakiplerine küfrettiriyor.

Hain dedirtiyor.

Mikrofonu çocuğun ağzına kendi tutuyor.

Lütfen! Biraz empati yapar mısınız?

Tersini düşünün. CHP lideri veya İYİ Parti Genel Başkanı bir çocuğu miting meydanında kürsüye çıkartıp AKP Genel Başkanı’na saydırtsaydı ne olurdu?

Mehmet Tezkan son yazısında ihtimalleri sıralamış;

“İktidar medyası ortalığı yıkardı.

O çocuğun yedi geçmişi didik didik edilir, babasının olmadı, uzak bir akrabasının Fethullah’la veya PKK ile bağlantısı bir şekilde kurulurdu.

RTÜK, haberi veren kanallar hakkında soruşturma açar ağır para cezaları verirdi.

Polis anında o sözleri söyleyen eve çökerdi.

Savcılar jet hızıyla soruşturma açardı.

Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, iktidar ortağı MHP Genel Başkanı, TOBB Başkanı, hatta Maliye Bakanı, hatta Tarım Bakanı, hatta Ulaştırma Bakanı ve pek tabii ki Aile Bakanı bu kadarı da fazla diye ortalığı sallardı.

Kıyamet kopardı.

Kıyamet kopartanlar haklı olurdu. Alkış alırdı.

Ama…

AKP Genel Başkanı küçük bir çocuğu çıkarıp propagandasına alet edince hiçbiri olmuyor.

Devlet erkanının kılı kıpırdamıyor…

Aile Bakanı bile ‘duymadım, görmedin, bilmiyorum’ türküsünü söyleyerek kafasını kuma gömdü.

Sahi bu ülkede Aile Bakanı var mı?

Bu ürkeklik bu korkaklık neden?

İçişleri Bakanı’nın hakkını yemeyelim. Açıklama yaptı. Cesur adam…

Bakan’a göre, Cumhurbaşkanı çocuğun elinden mikrofonu kapmak istemişmiş!

Yok ya; Cumhurbaşkanı gülerek dinliyordu.

Çocuk, Eren Bülbül’ün katilerinin arkadaşlarına hain demiş, yani PKK’lılara..

Yok ya; kulaklarımız sağırdı!..

Bütün PKK’lıların adı ‘ bay Kemal’ mi?

Neyse… Bakan düzeyinde bile olsa trolleri geçelim.

Ne diyorduk, herkes kafasını kuma gömdü diyorduk. Çünkü AKP Genel Başkanı aynı zamanda tek kişilik hükümet, aynı zamandı Devlet Başkanı.

Sıkıysa karşı çık!..

Daha da ötesi Anayasa’ya göre sorumsuz. Kürsüye çocuk da çıkarır bebe de. Kimse hakkında işlem yapamaz.

Bir kez daha altını çiziyorum…

Sorumsuz.

Sadece bu olayla değil, bütün icraatlarında, bütün kararlarında sorumlu tutulamayacağına dair elinde belge var.

Anayasal güvencesi var…

Cezai sorumluluğu yok.

2017 yılında yapılan referandumla bu hakkı ona biz verdik. İstediğini yap dedik. İstediğin kişiyi istediğin göreve getir. Hazineyi dilediğin gibi kullan, fantezilerini hayata geçir, aklına geline yap, karşı çıkanı suçla, hapse attır, canın ne isterse!...

Bu hakkı AKP Genel Başkanı’na biz verdik.

Tepe tepe kulan dedik. O da tepe tepe kullanıyor.

Düşünün, bir kişi her şeyi yapmaya muktedir ama sorumlu değil. Hiçbir kuruma, TBMM’ye dahi hesap vermek zorunda değil.

Sormak istiyorum…

Döviz kurunun yedi liradan on dört liraya çıkmasının sorumlusu kim?

Cumhurbaşkanı… Yani AKP Genel Başkanı…

Ama Anayasa’ya göre değil çünkü..

Sorumsuz…

Enflasyonun yüzde on beşlerden yüzde ellilere dayanmasının sorumlusu kim?

Cumhurbaşkanı. Yani AKP Genel Başkanı…

Ama Anayasa’ya göre değil çünkü:

Cumhurbaşkanı. Yani AKP Genel Başkanı.

Ama Anayasa’ya göre değil çünkü:

Sorumsuz…

Başımıza ne geldiyse bu sorumsuzluk maddesinden geldi. Düşünün her şeyi yapmaya tam yetkili olan kişinin hiçbir sorumluluğu yok.

Yok ama sorumsuzluğun da ölçüsü var; olmalı!..

Trabzon’da sorumsuzluk zirve yaptı.

Artık ne derseniz boş.”

GÜNDEMİN KARİKATÜRÜ