BİRAZ KORKU BİRAZ HAMASETLE KANDIRILIYORUZ!
Çocukluğumuzda, ebeveynlerimizin istediği gibi davranış geliştirmemiz için sürekli olmadık bir şeylerle korkutulduk, kandırıldık, sindirildik ve inandırıldık.
Yaramazlık yaparsan seni bohçacılara veririm, dendi.
Ağlarsan iğneciyi çağırırım, dendi.
Büyüklerin sözünü dinlemezsen seni öcüler yer, dendi.
Yüzünü yıkamazsan şeytanlar yalar, dendi.
Öyle yaparsan taş olursun, dendi.
Böyle yaparsan cinler kaçırır, dendi.
Yani hep bir hayali düşmanla terbiye ettiler bizi.
Büyüdük, bir şey değişmedi. Şimdi de hamasetle kandırılıyoruz.
Bu kez de devleti yönetenler bizi görünmeyen bir cismin yaklaştığı palavrasıyla kandırıyorlar.
Bizi görünmeyen düşmanlarla korkutup konsolide ediyorlar.
Ömrümü verdiğim parti, ne oldu da kanlı bıçaklı olduğu parti ile yan yana gelebildi?
Ne oldu da Ülkücüler, kendilerine köpek muamelesi yapanların kuyruğuna takıldı?
Yine aynı gerekçe; Yine görünmeyen bir cisimle kandırılıyoruz.
Yine karşılığında da bizi yönetenleri, o olmadık düşmanla ettikleri mücadele sebebiyle kutsuyor ve muktedire tabi oluyoruz.
Örneğin ‘beka meselesi’…
Örneğin ‘dış güçler’ ve ‘dış düşmanlar.’
Oysa bu dış güçlerin ve dış tehdidin bir palavra olduğunu 2002 öncesi bizzat Recep Tayyip Erdoğan söylemişti.
“Bir de bir adet var, ülkede başımıza bir şey geldiği zaman hemen 'dış güçler' deriz, yabancılar deriz şu deriz bu deriz, onlara bazı isimler buluruz. Ve bunlar sebebiyle biz ayağa kalkamıyoruz, kalkınamıyoruz, birliğimiz beraberliğimiz bozuluyor filan.
Yani bu doğru da olabilir ancak ben buna katılamıyorum.
Niye katılamıyorum? Eğer sizin bünyeniz güçlüyse, sağlamsa, bünyede olan virüs hiçbir zaman sizin vücudunuza zarar veremez.”
Nihayet gerçekleri söyleyen bir müstakbel iktidar temsilcisi diye düşünmüş, güvenmiştik.
Sonra baktık ki o da aynı şarkıyı söylüyor;
“Ülkemizi eskiden hep yaptıkları gibi denklemin dışına itmek isteyenlerin, kur, faiz fiyat artışları üzerinden oynadıkları oyunu görüyoruz. Biz aynı oyunu vesayetle mücadelede gördük. Sabrettik ve başardık.
Biz aynı oyunu terör örgütleriyle mücadelede gördük. Karşı atağımızı yaptık başardık. Bu ekonomik kurtuluş savaşından da milletimizi zaferle çıkaracağız” diyor.
Buradan anlıyoruz ki bu korkutma, sindirme ve bu yolla konsolide etme evi ve ülkeyi yönetenlere mahsus bir yönetme şekliymiş…
Ülke veya hane yöneticileri baktılar ki başaramıyorlar, baktılar ki yönetemiyorlar, baktılar ki sözleri dinlenmiyor, yine aynı senaryo devreye giriyor, yine top bir hayali düşman/öcüye atılıyor ki, yaramazlık yapmayalım, eleştirmeyelim...
Bir beka masalı tutturup, partimizi de kuşatanlara karşı sesimiz çıkmasın istiyorlar.
MHP’nin en önemli gerekçeleri ‘beka meselesi’ ve ‘terörle mücadele’… Öyle diyorlar.
Mevcut iktidar, kendi yarattığı, besleyip büyüttüğü, Türkiye’nin başına bela ettiği terör ile aslanlar gibi mücadele ediyormuş!
İç İşleri Bakanı Soylu’yu da bu gerekçeyle savunuyorlar.
Hani şu İBB’de 500 küsur terörist var deyip henüz beşini bile ortaya çıkaramayan Soylu…
Terör denince akıllarına sadece PKK ve türevlerinin gelmesi de ilginç!
Sayın Soylu üç sene 300 küsur kaldı dediğiniz PKK neden bitmedi diye sormak aklımıza gelmiyor.
Ama ben biliyorum ki bu ülkede terör bitmez, bitirilmez, bu oyuncak ellerinden ve bu hamaset dillerinden alındığında, vatandaşı konsolide etmek için ellerinde tek bir malzeme kalmaz.
Bu ülkede onlarca terör var oysa…
Mesela ekonomik terör var. Ülkemizin geleceğini tüketen bir ekonomik kriz var
Önce yok farz edilen, inkar edilen sonra kriz belirgin bir şekilde mutfak başta olmak üzere hayatın her alanında hissedilmeye başlanınca, bu kez de ‘canım biz ne yapalım, ekonomik kriz dünyayı sardı, buna rağmen en iyi biziz masallarıyla geçiştirilmeye çalışılan ekonomik kriz!
O da kesmeyince sorumluluk dış/iç düşmanlara atılıp ‘biz elimizden geleni yaptık ama şu kahrolası lobiler yok mu lobiler’ denilerek işin içinden sıyrılmaya çalıştıkları ekonomik kriz…
Çoğumuzun aklına da yahu bu dış güçler kim diye sormak gelmiyor.
Sahi kim bu dış güçler?
Ülkemize saldıran ve darbeyle yıkamadıkları iktidarı dolarla yıkmaya çalışan dış güçler kim?
Bize oluk oluk dış borç veren ülkeler mi?
Yüksek faiz karşılığı swap yaptığımız ülkeler mi?
Dostum Trump ve Biden’ın yönettiği stratejik ortağımız ABD mi?
En yüksek oranda ihracat yaptığımız AB mi?
Mehmetçiğimizin katili ama dostumuz Putin ve Rusya mı?
İlişkilerimiz bozulmasın diye Uygur Türklerine yaptıkları soykırımı dahi görmezden geldiğimiz Çin mi?
Bu iktidar döneminde ekonomik ilişkilerimizin zirveye çıktığı İsrail mi?
Başına sarılan beladan başını kaldıramayan Suriye ve Esat mı?
Beyefendi için Anıtkabir ziyareti züldür diye Cumhurbaşkanı ve Başbakan seviyesinde yatında ziyaret ettiğimiz Arabistan kralı mı?
O zaman kim bu “şer güçler”?
Son zamanlarda en azından adını açıkça telaffuz ettikleri bir düşman vardı; Birleşik Arap Emirlikleri…
İktidarın yıllarca “15 Temmuz darbe teşebbüsünün finansörü” olmakla suçladığı, medyasının da “şerefsiz” ilân ettiği Birleşik Arap Emirlikleri…
15 Temmuz darbe girişiminin arkasında BAE’nin olduğunu en üst seviyede dile getirdiler.
“Darbe girişimine Körfez’de kimlerin sevindiğini, nasıl paralar harcandığını biliyoruz” dediler.
“Darbe yapılsın diye BAE, 3 milyar dolar harcadı” diye yazdılar.
“BAE, ABD ile darbe girişiminin arkasındadır” dediler.
Şimdi üç kuruş için kapısında kuyruğa girdiler. O da fos çıktı.
Bunu en iyi bilmesi gereken Ülkücülerdir ki, bir ülkenin bekası, birliği, dirliği iyi bir ekonomi ve iyi bir eğitimle mümkündür.
Ve her türlü terörün panzehiri de yine ekonomi ve eğitimdir.
Ekonomi çökmüş, bitmiş, bize beka masalları anlatıyorsunuz.
Eğitim bitmiş, bize birlik, dirlik masalları anlatıyorsunuz.
Mesela bir de iklim terörü var!
Türkiye’nin bir yandan iklimi bozuluyor, diğer yandan havamız, suyumuz, toprağımız zehirleniyor.
Bu tabii bir afet değil, rant uğruna seyrediliyor, teşvik ediliyor.
Yani sen Ülkücü kardeşim, bu ülkenin ırmağının akışına ölüyorsun da o ırmaklar zehirlenirken niye sesini çıkarmıyor musun? Bu da bir beka sorunu değil mi?
Bir alıntıyla konunun ciddiyetini aktaralım…
ÖNDER ALGEDİK; 2022'nin TELAFİSİ YOK!
2016 yılı dünyada ölçülmüş en sıcak yıl olarak kayıtlara geçmişti. Türkiye’de ise 1971-2000 yılı ortalamasına göre 1,5 °C daha sıcak bir yıl oldu. Türkiye’de yaşanan 656 aşırı meteorolojik olay ile 2015’ten sonra en “felaket” yıl idi.
O zaman “2016 en sıcak yıl oldu, 2017'nin telafisi yok” demiştik.
2017 yılı dünyada en sıcak üçüncü yıl olarak yerini aldı. O yıl Türkiye “az sıcak bir yıl” geçirdi. 1971-2000 yılı ortalamasına göre sadece bir derece sıcak bir yıl yaşandı. 598 aşırı meteorolojik olay ile 2016 ve 2017’den daha az “felaket” bir yıl geçirdik.
O zaman “2017 sıcak bir yıl oldu, 2018’in telafisi yok!” demiştik.
2018 yılı dünyada ölçülmüş en sıcak dördüncü yıl olarak kayıtlara geçti. Türkiye içinse üç şey kayıtlara geçmişti. Birincisi, 2010’dan sonra en sıcak ikinci yıl oldu. İkincisi, en fazla aşırı iklim olayının yaşandığı yıl oldu. Üçüncüsü ise 2018 yılında krize rağmen en fazla fosil yakıt ithal ettiğimiz altıncı yıl olarak kayıtlara geçti.
2018 yılı için yazdığımız “İklimin beka sorunu” başlıklı yazımızda “Veriler Türkiye’nin seçimden sonra da fosil yakıt ithal edeceğini gösteriyor. Çünkü seçim maliyelerini karşılamak için bu ithalata ihtiyaçları var ki halktan vergi alabilsinler. Sorun şu ki, "bu durumda iklim değişikliğini mi finanse edeceğiz yoksa iklim değişikliğini yavaşlatmak için mi adım atacağız?” demiştik. O gün ortaya attığımız iddianın cevabını bugün zam olarak ödüyoruz.
2019 yılı dünyada en sıcak ikinci yıl, Türkiye’de ise dördüncü sıcak yıl olarak ölçüldü. Eskiden dokuz yılda yaşanan iklim felaketini Türkiye 2019’da bir yıla sığdırdı. Buna rağmen 40 milyon tona yakın asfalt serildi, 64,5 milyon ton çimento döküldü. Fosil yakıt ithalatına 41 milyar dolar para gitti.
Bu veriler 2019’un telafisinin olmadığını gösteriyordu. O zaman yine “2019 çok sıcak bir yıl oldu, 2020’nin telafisi yok!” dedik.
2019’da belediyeler el değiştirdi, 2020’de politikalar el değiştirmedi.
2020 yılı dünyada en sıcak ikinci yıl, Türkiye’de ise en sıcak üçüncü yıl oldu. Türkiye’de yaşanan 984 aşırı meteorolojik olay ile bir rekor kırdık. O zaman “2010 yılının aşırı iklim olayları rekorunu önce 731 olayla 2015, sonra 841 olayla 2018, 935 olayla da 2019 kırdı” demiştik. Felaketlerde rekor egale ediyorduk yani.
Şu basit özet bile bir sorumsuzluğun, umursamazlığın özeti gibi.
2020 yılı iklim rekorlarımızı açıkladığımızda bu olaylar ve sonuçların 10-15 yıl öncesine kadar yaktığımız yakıtların, son 15 yılda kestiğimiz ağacın, birkaç yıl öncesine kadar döktüğümüz asfalt ve betonun sonucu olduğunu tekrar hatırlattık.
Her yıl bir önceki yıldan neredeyse daha sıcak, daha çok ekstrem olaylar yaşayarak 2021 yılını bitirdik.
Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre 2021 yılı 1850-1900 ortalamasına göre 1.11 (± 0.13) °C daha sıcak geçerek en sıcak yedi yıldan biri oldu. Diğer 6 yıl ise son 7 yıl olduğunu ekleyelim.
Türkiye’de ise durum daha fena. Birincisi, 2021 yılı en sıcak dördüncü yıl oldu. 14,9 °C sıcaklık ortalaması ile 1971-2000 yılı ortalamasına göre 1,7 °C daha sıcak geçti. Yani dünya 2021 yılını 1850-1900 ortalamasına göre 1,11 °C sıcak geçirirken Türkiye 1971-2000 ortalamasına göre 1,7 °C daha sıcak bir yıl geçirdi.
Ama daha kötüsüne gelmedik. 2021 yılı aşırı meteorolojik olaylarda rekor kırdı. Bu yıl 1024, yazı ile bin yirmi dört ekstrem meteorolojik olay yaşandı. Bu 1970’lerde yaşananların toplamından fazlasını bir yılda yaşadığımız anlamına geliyor. 1990’larda yaşananların da toplamının bir buçuk katı olduğu anlamına geliyor!
Tabii ki 2022’nin telafisi var mı sorusunu burada da soracağız.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 6. Değerlendirme Raporu’nun ilk kısmı ağustosta, ikinci kısmı ise geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Birinci çalışma grubunun raporu sonrası IPCC’nin bu rapor ile bize anlatmak istediğini, bu rapor üstünden de siyasetin iklim popülizmini o günlerde buram buram yaşıyorduk.
Son yazımızda “Ortada bir iklim krizi yok” diyerek abartmış, sadece iklim krizi olsaydı daha azının yaşanacağını söylemiştik. Çünkü aslında “Ortada siyasi bir kriz var. İklimle ilgili olan şey ise sadece popülizm, o kadar…” diyerek daha büyü bir tehlikeye atıf yapmak zorundaydık.
Şu an yaşadıklarımız ve 2022’de yaşayacaklarımız 15-20 yıl önce yaktığımız fosil yakıtın, kestiğimiz ağacın sonucu. Yani geçen yılki ekolojik yıkımın faturası daha gelmedi. Bu yıl yaşayacağımız felaketler 4-5 yıl önce alınan imar kararlarının, son yıllara kadar dökülen asfalt ve betonun sonucu olacak. Sadece 2019’da 41,7 milyon ton asfalt serdiniz, 45,4 milyon ton çimento döktünüz, 42,8 milyon ton petrol, 45 milyar m³ gaz, 125,9 milyon ton kömür yaktınız. Yetmedi, o yık-yap şehirciliği için doğadan 422,8 milyon ton inşaat malzemesi çaldınız. Bunun sonucunda halktan 41,2 milyar dolar para alıp küresel yakıt lordlarının cebine koydunuz. Yetmedi atmosfere de 400 milyon tona yakın karbondioksiti saldınız.
Bu veriler ile iklim değişmese bile siz ülkenin iklimini değiştiriyorsunuz. Bu sayılar ile Anadolu’nun canına okuyorsunuz.
2022 yılı kömür santrallerinin kapatıldığı, binalarda ve ulaşımda enerji verimliliğinin uygulamasına başlandığı ve hatta bitirildiği yıl olmak zorunda. Yani 100 yılda yapamadığımızı bu yıl yapıp 2023’e öyle girmek zorundayız.
Arası kurtarmıyor, arası bile iklim popülizmi olarak kalıyor.
Son bir uyarı, sokakta gördüğünüz beton mikseri ile iklimin bağlantısını kuramıyor, elektrik faturasındaki zam ile bunun iklim politiğini göremiyorsanız asla iklim krizi demeyin. Çünkü o sizin kriziniz.